Cevap :
Bir ulusun edebiyatındaki gelişme ve değişmeler incelenerek, o ulusun tarihsel süreçteki gelişim ve değişimleri kolayca anlaşılabilir. Edebiyat tarihi de ulusun siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısıyla yakından ilişkisi olan edebiyatı konu edinmiştir. Edebiyatla sosyal yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. Ulusların sosyal ve kültürel yaşamındaki değişiklikler sanat ve edebiyata da yansır.
Bütün toplumların ilk çağlarında sözlü ürünler hâlinde örülen edebiyatları, yazılı döneme girildikten sonra önemli değişmeler ve gelişmeler göstermiş; çeşitli evrelerden geçtikten sonra çağımızdaki düzeylerine ulaşmıştır Ayrı coğrafyaların, ayrı iklimlerin yaşayış koşulları; insanların, toplumların duyuş, düşünüş, görüş ve davranışlarını sürekli etkilemiştir. Bunda yılların, yüzyılların içinden geçerken buna uluslar arası ilişkilerden doğan çeşitli kültür ve uygarlıkların, dönüşümlerin, atılımların katkısı da olmuştur.
Türkler Orta Asya’dan boylar hâlinde değişik kıtalara yayılmışlardır. Yayıldıkları geniş coğrafyada, büyük devletler kurmuşlardır. Türklerin geniş bir coğrafyada, birbirinden uzak yerlerde değişik devletler kurmaları, dillerinde de farklılaşmalara yol açmıştır. Bu süreçte değişik şiveler ve yazı dilleri ortaya çıkmıştır.
Türkler, doğudan batıya doğru yayılma sürecinde yerleşik hayata geçmişlerdir. Değişik kültürlerle ve uluslarla kaynaşmışlardır. Bu kaynaşmadan dil ve edebiyat da etkilenmiştir. Türklerin değişik coğrafyalarda yaşamaları sonucu Türkçenin “Yakutça” ve “Çuvaşça” gibi iki önemli lehçesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca farklı coğrafyalarda “Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Türkiye Türkçesi” gibi şiveler oluşmuştur.
13. yüzyılda doğuda “Çağatay Türk edebiyatı” ile Batıda “Anadolu Türk edebiyatının” farklılaşmasına dil değişimlerinin etkisi örnek gösterilebilir.
Türk yazı dilinin çok geniş bir alana yayılması ve bu coğrafya içinde değişik kültürlerle karşılaşması sonucunda değişik yazı dileri oluşmuştur. Dil coğrafyasındaki bu farklılıklar da Türk edebiyatının devirlere ayrılmasında kullanılan önemli ölçütlerden biri olmuştur.
Müslüman Türkler, kendileriyle aynı dinden olan Araplarla ve İranlılarla yakın ilişkiler içinde olmuşlardır. Türkler bu dönemde büyük devletler kurmuşlardır. “Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar” dönemlerinde de bu ilişkiler sürmüştür. Uzun soluklu bu ilişkiler sürecinde dil ve edebiyatımızda İran ve Arap dil ve edebiyatlarının derin etkisi görülmüştür. Bu dönemde dinsel yaşam, edebiyatta dili ve içeriği etkilemiş hatta biçimsel yeniliklere de kapı aralamıştır. “Mevlîd, naat” gibi türler ortaya çıkmıştır.
Tarihin Çağlara Ayrılarak İncelenmesi
Geçmiş, geleceğe yön verir. Geçmiş nasıl yazılırsa yetişen kuşaklar o geçmişe bakarak geleceğin doğrultusunu çizmeye çalışırlar. Başka deyişle nasıl bir gelecek tasarımı yapılmışsa, ona göre bir geçmiş yazılır. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Perşembenin nasıl olmasını istiyorsanız ona göre bir Çarşamba düzenlerseniz yetişen kuşaklar büyük ölçüde verilen doğrultuda yollarına devam ederler ve tasarım gerçekleşir. Tasarımın gerçekleşmesi yetişen kuşaklara yüklenen paradigmaya ve onun niteliğine bağlıdır.
Paradigma: Dünyaya nasıl bakılması gerektiği konusunda bir takım önerme ve tezler... Aldığımız eğitim ve deneyimler sonucu kazandığımız bakış açısı... Farkına varmadan taktığımız psikolojik bir gözlük...
Sistemler nasıl bir gelecek tasarımı yapmışlarsa, geçmişi ona göre yazarlar. Geçmiş ile gelecek arasında çelişkinin ortaya çıkması, sistemin çocuklar tarafından yok edilmesi böylelikle önlenmeye çalışılır. Aşağıda tarihteki iki büyük siyasal ekonomik ve felsefi sistemin (sadece) tarihi sınıflamaları karşılaştırılarak ikisinin de aslında tarihin (en azından) çağ sınıflamaları konusunda yeterli açıklamayı yapamadıkları ortaya konmakta ve bir başka yaklaşım sunulmaktadır.