Cevap :
İnsanın düşünce ve yapıp-etmeleriyle ilgili faaliyetlerini üç temel
başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar; felsefe, sanat ve bilim olarak adlandırılabilir. Genel olarak, tarih boyunca insanlığın başarıları da
bu üç alanda kendisini göstermiştir, denilebilir. İnsanın düşünce ve yapıpetmeleriyle ilgili diğer alanlar ise doğrudan veya dolaylı bir şekilde bu üç
alanla ilgili olarak bulunurlar. Kaynağı vahiy olan din ise, insani olanı
aşan ve kaynağında ilahi olan bulunduğu için insani faaliyet alanlarından
ayrılır. Ancak dinin felsefe ve sanatla olan ilişkisinin olduğunu da belirtmek gerekir. Hatta her dinin bir felsefesi ve sanat anlayışı vardır. Her toplumda da ya bir felsefe ya bir din ya da her ikisi birlikte bulunur. Zaten
her dinde muhakkak surette bir felsefe gizlidir. Özellikle ilahi dinlerin dı-
şında ve kaynağı daha çok toplum olan dinlçrin felsefeyle olan ilişkisinin
boyutu çok daha yoğundur. Ancak bütüncül bir bilgiye ulaşmak isteyen
bilgi dostu bilimden, sanattan, dinden, ahlaktan hem faydalanmak hem de
bütün bu alanlara etkide bulunmak durumundadır. Felsefe ile yakın ilişkisi bulunan disiplinlerden biri de sanattır. Edebiyat da güzel sanatların bir
türüdür ve bu özelliğiyle de felsefeden ayrılır. Felsefe ile ilgili ilk düşünce kırıntılarının dini metinlerde, trajedilerde, efsanelerde bulunduğu ger-
çeği ve 20. asırdaki felsefi roman türünün gündeme gelişi dikkate alınacak olursa, felsefe ile edebiyat arasında önemli bir ilişkinin bulunduğu
düşünülecektir. Ama bu ilişki, felsefeyi edebiyata, edebiyatı da felsefeye
indirgeyici olmamalıdır.
Felsefe ile edebiyat arasında bir ilişkinin bulunup bulunmadığı, eğer
böyle bir ilişki varsa bu ilişkinin niteliği, bu ilişkinin tarafların varlığını
tehlikeye atıcı olup olmadığı konularında doğru bir kanaate ulaşabilmek
için felsefi olanla edebi olanın özelliklerinin bilinmesi gerekir. Bu özellikler bilindikten sonra, söz konusu özelliklerin aynı eserde birlikte bulunmalarının mümkün olup olmadığı tartışılmalıdır.
Felsefe ile edebiyat ilişkisi: genelde felsefeden edebiyata doğru bir ilişki olup, felsefenin, edebiyat yapıtının gerisindeki felsefi anlayışı tanımlaması yönündedir. Bununla birlikte, bazı edebiyat yapıtlarının da bazı felsefecilere örnek olduğu bilinen bir gerçektir.
Felsefe ile edebiyat arasındaki bir diğer ilişki biçimi ise, edebiyat teorisinin oluşumunda ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi, Aristoteles'in Poetika, Immanuel Kant'ın Yargı Gücünün Eleştirisi, Hegel'in Estetik adlı yapıtları, bu ilişki biçiminin sonucunda oluşmuş başyapıtlardır.
Felsefe ile edebiyat arasındaki bir diğer ilişki biçimi ise, mevcut edebi yapıtların, gerçeklikte yaşanan sorunlarla sorunsal bağının kopması durumunda yaşanmaktadır. Felsefe, bu durumda, edebiyatın yaşadığı bunalımın neden ve kökenlerinin ne olduğunu tanımlamaya çalışmaktadır.
XXI. Dünya Felsefe Kongresinin Felsefe ve Edebiyat oturumlarında sunulan bildirilerin içerikleri bu yöndeydi.
Raisa Aleynik, 'Estetik Deneyim ve Dekonstruksiyon' başlıklı sunumunda, postmodenizmin akademik olmayan bir tarzda felsefe yapmasının dikkate değer olduğunu dile getirdi.
Aleynik'e göre, postmodernizm felsefeyi, edebiyat teorisini; sosyolojiyi, tarih araştırmalarının da etkilemekteydi. Postmodernizmin oluşmasında, edebiyata bakış, estetik bakış büyük rol oynamıştır. Derrida'nın, felsefe ve edebiyatı, tür ve tarz olarak eşit hale getirmeyi amaçlayan ilk dönem çalışmaları, bu anlamda ilgi çekici olmuştur.
Derrida'nın dekonstruksiyon anlayışında kültür, doğaya baskın çıkmaktadır, Rusya'daki dekonstıuksiyon çalışmalarında ise (L. Karasaev) tam tersi, doğanın kültüre baskın geldiği görülüyordu. Dekonstruksiyonun farklı yönlerini gösteren bu iki stratejisi, aslında birbirlerini tamamlamaktaydı: Biri bize Avrupa rasyonalizminin mutlaklık tehlikesini hatirlatır, diğeri ise bilincin dünyadan kovulması tehlikesini.
Kolombiyalı felsefeci Jose Gabriel Coley, 'Gabriel Garcia Marquez'de Özgürlük ve Kader' başlıklı sunumunda, Marquezin roman kişilerinin özgürlük ve yazgı arasında gidip geldiklerini söyledi. Coley'in bildirisi, katılımcıların katkısıyla derinlemesine tartışıldı.
Türkiye adına katılan İngiliz konuşmacı Barry Stocker, 'Roman ve Hegel'in Edebiyat Felsefesi' başlıklı sunumunda, Hegel'in karşıtların birliği kavramını oluştururken, Schlegel'in ironi görüşünden yararlandığını dile getirdi. Ona göre, Hegel, edebiyata felsefenin altında bir yer tanıyordu. Hegel, ironiyi güzel ruhun negatif konumu olarak tanımlıyordu. Güzel ruh, ironiyle, dünyadaki kötülüğe karşı dıırurken, kendisi kötülüğe dönüşüyordu.
Edebiyatın bugün dünyada yaşanan terorizm, insan haklarının ihlali, küreselleşme gibi problemleri konu edinememesinin iki nedeni vardı: Bunlardan biri, bugünkü edebiyatın, 19. yüzyılda ilerlemeci edebiyat anlayışına göre kurulmuş olmasıydı. Bu anlayışa göre, örneğin roman, toplumun ileriye doğru gelişimini betimliyordu. Bu bağlamda, edebiyat, terör eylemi yapan ama kendisini "kurtuluş mücadelesi veren bir örgüt" olarak tanımlayan bir örgütün eylemlerini terorizm olarak gösteremiyordu. Edebiyat kahramanı değil, kişi figürünü temel almalıydı. Olup biteni betimlemekten çok sorunu göstermeliydi. Böyle bir edebiyat anlayışının modeli ise Homeros değil, Sofokles'tir.