Cevap :
Din bir tanedir, onu Allah bildirir ve kendisi murad etmedikçe kimse tarafından değiştirilemez. Kendisi değiştirmeyi istediğinde bunu, yeni bir peygamber göndererek yapar. Son Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.)’dan sonra peygamber gelmeyeceği bildirilmiştir. Değişen insan hayatı ile değişmeyen din arasındaki ilişki (değişmeyen ile değişen arasındaki devamlı ve dinamik uyum) nasıl sağlanacaktır? Bu sorunun cevabı yine Allah tarafından (ayet ve hadis şeklindeki vahiylerle) açıklanmıştır. Çok kısa olarak ifade etmek gerekirse insan hayatında değişmeye açık olan alanlar “vahye bağlı değişmez naslar”la doldurulmamış, genel ve özel açıklamalar getiren vahiy (vahyedilen naslar) örnek alınarak alimler tarafından belirlenmeye, hem Allah’ın razı olacağı, hem de insan oğlunun değişen hayatını ve ihtiyaçlarının karşılayan davranış kuralının keşfedilmesine bırakılmıştır. Bunun dışında bir de fayda-zarar ilkesi ile zaruret ilkesi ardır; bu ilkelere göre de naslarla doldurulmuş alandaki daralmalar giderilebilir.
Yukarıda kısaca değişmeyen din ile değişen dindarlık ve buna bağlı olarak farklı dindarlıkların yanyana, birbirine zarar vermeden, ikincisi birincisine bağlı kalarak var olabileceklerini ifade etmiş olduk.
Bayramların dinî tarafı, o günlerde yapılacak ferdî ve ictimâî ibadetler, dince gerekli görülmüş veya tavsiye edilmiş davranışlardır. Bu dînî kısmın sınırları çizilmemiş, şekilleri belirlenmemiş yönlerine gelince burada dindarların yerel kültürleri; eğitimleri, örf ve âdetleri, zevkleri, ihtiyaçları devreye girer; böyle olunca da farklılıklar ortaya çıkar. Bırakın koca İslam dünyasını -ki, şimdi Müslümanlar’ın bayram yaptıkları coğrafyayı Müslüman ülkeleriyle sınırlamak da mümkün değildir, islamî bayramlar da bir manada küreselleşmiştir; yerkürenin her yerinde Müslümanlar vardır ve bayram yapmaktadırlar- bir ülkenin çeşitli bölgelerinde bile farklı bayram âdetleri ve merasimleri (kültürü) görülmektedir.
Bayram, kurban, teşrık tekbirleri ve diğer merasimler -mesela ezan, minare, cami, selam gibi- dînî sembollerdir (şe’âir); din bu sembollerle kendini gösterir, şuurlarda yerleşir ve korunur; semboller korunmazsa din de tehlikeye düşer.
Yazları kaldığım bir köyde kurban ve bayramının nasıl icra edildiğini burada bir örnek olarak takdim etmek istiyorum.
Diyelim ki, köyde kurban kesmesi gereken yetmiş yükümlü var, bunlar, akrabalık, komşuluk gibi ilişkiler de göz önüne alınarak yedişerli guruplara ayrılıyorlar, yedi ailenin her biri sıra ile bir bayram, evini diğerlerine açıyor, yedi ailenin bütün fertleri orada toplanıyor, erkekler bayram namazından dönünce elbirliği ile kurbanı kesiyorlar, bu esnada herkes bir şeyler yaparak yardımcı oluyor, kurbanın uygun yerlerinden yeteri kadar et ayrılıyor, doğranıyor ve kavurma kazanına giriyor, kavurma hazırlanırken etin geri kalan kısmı yedi pay yapılıp, hem yemeleri hem de yoksullara dağıtmaları için hisse sahiplerine teslim ediliyor. Kavurma hazır olunca sofra kuruluyor, çorba, pilav, tatlı gibi yiyecekler de eklenerek bayram yemeği yeniyor, yemekten sonra bayramlaşma yapılıyor ve herkes evine gidiyor. Bu köyde bayram namazı kılınınca da cami avlusunda cemaat yaş sırasına göre diziliyor; dizilme şöyle oluyor: Köyün imamı başa duruyor, onun bayramını tebrik eden en yaşlı kişi onun sağına geçip duruyor, ondan sonraki de ikisinin bayramını tebrik ederek sırasına duruyor, böylece devam ederek bütün cemaat birbiriyle bayramlaşmış oluyorlar, sonra kimse ayrılmadan bütün cemaat mezarlığa gidiyor, burada kabirler ziyaret edilerek ölülere dua ediliyor ve diğer vazifeler, işler, merasimler için evlere dönülüyor.
Bu şekilde bir kurban bayramı gönüllerdeki etkisi günlerce devam edecek bir şenlik, bir güzel ilişkiler, duygular ve davranışlar yumağı oluyor. Müslümanlar arasındaki muhabbet, dayanışma, kardeşlik, aidiyet… duyguları güçleniyor, din ile dindar arasındaki izdivac pekişiyor, aktivite kazanıyor.
Kurbanın ve bayramın dini hükmü üzerinde dururken meseleye bu geniş çerçeveden bakmakta fayda var.
Nice bayramları; sağlık ve selamet içinde, ebedî mutluluk yolculuğunun birer güzel merhalesi olarak idrak ederiz inşâallah!
Kuran`da kurban kesmek sadece hac ibadeti yerine getirildiği sırada farz kılınmıştır. Yani kurban hacca giden hacılar tarafından kesilir. Kurban kesmeyi Allah`a olan teslimiyetin ve saygının bir sembolü olarak anlamak ve Allah`a yaklaşmaya bir vesile görmek gerekir. Yoksa ayetinde ifadesiyle kesilen hayvanların ne etleri ne de kanları Allah`a ulaşmaz Allah`a ulaşacak olan sadece kulların takvalarıdır.
Hac suresi ayet 37: Onların etleri de kanları da Allah`a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız o`na ulaşır. Onları size bu şekilde boyun eğdirdir ki, sizi hidayete erdirdiği için allah`ı yücelterek anasınız. Güzel düşünüp güzel davrananlara müjde ver.
Daha sonraları bu uygulama hacca gidemeyen kişiler tarafından da bulundukları yerlerde yerine getirilmeye başlanmış ve ardından kurban bayramı uygulaması oluşmuştur. Kurban bayramının hacıların hacda kurban kesmekleri ile aynı döneme gelmesinin nedeni budur. Kuran`ın hiç bir ayetinde bayram uygulaması yeralmaz. Yani bayram yada bayram namazı tamamen geleneksel kabullere dayanan uygulamalardır. Ancak burada belirtilmesi gerekli olan bir husus vardır o da bu şekilde bir uygulamanın yapılmasının Kuran`a aykırı olmadığıdır. Yani müslümanların kendi aralarında geliştirip gelenekselleştirdikleri bu gibi uygulamaların özellikle insanların kanyaşmaları ve yakınlaşmalarına vesile olması ve dini bir takım duyguların canlanması açısından oldukça etkili ve güzeldir. Ancak bu sosyolojik bir hadisedir, müslümanların genelini bağlayıcı bir farz değildir.