Cevap :
Fizik Doğası
Fiziğin Doğasında hangi kavram ya da ne var? İçinde bulunduğumuz zamanda bu soruya cevap vermek oldukça zor.Çünkü bina o temeller üzerinde yükselmiş durumda.İnsanlığın düşünce tarihine bakıldığında pozitif bilimler oldukça yeni olarak karşımıza çıkar ama buna rağmen oldukça hızlı gelişmişlerdir.(yine düşünce tarihine göre).
En başta bütün bilimler;kendi dışımızda varlığı bizden bağımsız bir olgular dünyasından yola çıkmışlardır.Bu olgular dünyasının en temel özelliği nesnel ve anlaşılabilir olmasıdır.20. yy. başlarında fizikte oluşan devrimsel nitelikteki gelişmeler;kendi dışımızda bizden bağımsız ve nesnel bir olgusal dunyanın varlığı konusundaki görüşlerimizi değiştirmiştir.Bu noktada; nasıl ki olgulardan ve olaylardan bağımsız bir uzay ve zaman düşünülemezse, bizden bağımsız bir epistemolojik süreç de düşünülemez(evreni anlamak adina)Bu bilme sürecini bazıları şöyle tanımlar:
Hertz
Bilim,her türlü düzenden yoksun duyu verileri(algılar) ile mantıksal olarak düzenli düşünme arasındaki uygunluk sağlama çabasıdır.
Einstein ‘The Fundamentals of Theoritical Physics’ Science 91-1940
Bilim,gözlem ve gözleme dayalı uslama(akıl yürütme) yoluyla önce dünyaya ilişki olguları,sonra bu olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabasıdır.
Russel ‘Religion and Science’
Görüldüğü gibi Einstein in tanımından;düzenin olgu dünyasının değil ,insan aklının bir niteliği olduğu çıkıyor.Aslında düzenin olgu dunyasından mı yoksa insan aklından mı kaynaklandığı cok da önemli değil.
Fiziğin diğer önemli temeli neden-sonuç dur.Tüm olaylar birbirine neden-sonuç ilişkisiyle bağlıdır.Bu;evrende oluşan olayların sebeblerinin yine evrende olması gerekliliğidir,başka yerlerde değil.Zaten pozitif bilimlerin ortaya çıkış sebebidir bu.Bu noktada,ilkçağ felsefesinin mitolojik süreçten sonra ve -bu günkü anlamında- pozitif bilimlerin ortaçağdan sonra oluşması oldukça benzerdir.
Fiziğin en temel süreci şüphesiz ki ölçmedir.Gözlem-ölçme-deney süreçleri düşünülürse,aralarındaki benzerliğin amaç benzerliği olduğu görülür. Hepsi içinde bulunduğumuz evrene ait özelliklerin bize aktarılması içindir. Gözlem,insanın düşünmesiyle beraber varolmaya başlamıştır.Ölçme ve deney ise daha sonraları ortaya çıkmıştır.Deney;evrenin belli bir kısmının benzerinin yaratılıp üzerinde çeşitli ölçme süreçlerinin gerçekleştirilmesidir.Doğa, evrenin en yakınımızdaki parçası olarak düşünülürse;gözlem ile doğaya müdahale edilmiyormuş,fakat ölçme ve deneyle müdahale ediliyormuş gibi görünür.Oysa saf olarak gözlem bize doğayı anlamak yolunda cok şey kazandırmaz. Daha aktif bir yaklaşım gerekir ki bu da deneydir.Ölçmenin önemi ise fizik-matematik ilişkisinde ortaya çıkar.(Daha sonra bu konuya değinilicek)
Fiziğin bir diğer temel özelliği evrendeki değişimleri değişmeyenlerle açıklamaktır. Yani denilebilir ki; fizik ve genelde bilim evrendeki değişimleri değişmeyen şeyler aracılığıyla açıklamaya çalışmaktır.Klasik fizikteki konum,hız,ivme kavramları düşünülürse;bu daha iyi görülür.Hız, konumun değişimidir ve eğer sabit değilse ivme kavramına ihtiyaç vardır.İvme hızın değişimidir ve eğer o da sabit değilse onun değişimini gösteren sabit bir niceliğe ihtiyaç vardır.Aslında insan doğadaki değişimleri, günlük hayatta sanıldığı gibi algılamaz.İnsanın doğayı algılamakta kullandığı beş duyusundan gözü düşünelim.Doğayı algılamak için en çok kullandığımız duyumuz süphesiz ki gözdür.Görme olayı beyin ile gözlenen nesnenin bir etkileşimidir, bu, göz aracılığıyla olur.Göz , hareketli cismin çok küçük zaman aralıklarıyla durumlarını algılar.Yani göze kadar olan sureçte bir süreklilik yoktur, sabit durumlar üzerinde sıçramalar vardır.Gözden sonraki süreçte (yani göz-beyin arası) süreklilik sağlanır.
Sonuçta bazı şeylerin değişmemesiyle, evrendeki değişimleri açıklamak fiziğin metodunun temelinde vardır.Fizikteki korunum ve invaryantlık kavramları da bu noktada fiziğin temelinde yer almış oluyor.Korunum, niceliğin zamana gore değişmemesidir; invaryantlık ise sisteme göre değişmemesidir.Sistemler, çözüm yapılan değişik matematiksel sistemler de olabilir.Yani çözüm hangi matematiksel sistemde yapılırsa yapılsın sonuç aynı fiziksel gerçekliğe tekabül etmelidir. Bu, invaryantlığın en genel anlamdaki yorumudur.Özelde ise denilebilir ki invaryantlık bir niteligin bazı dönüşümlere göre değişmemesidir.Peki invaryantlık ya da korunum gerçekte var mıdır?Şüphesiz ki bu iki büyük kavramın ortaya çıkışında beklentilerimiz sandğıimızdan daha büyük rol oynamaktadır.Korunum ya da invaryantlık olmasaydı evreni anlamak bu günkünden daha zor olabilirdi.
Fizik-matemtik ilişkisi de fizik için oldukça temel bir ilişkidir.Matematikten bağımsız bir fizik düşünülemez.Ancak, fiziğin formel bilimler gibi aksiyomatik olmayışı onu saf matematikten ayırır.Klasik mantığın üç ilkesi fizikte de temeldir ama fizik tam olarak aksiyomatik değildir.Gerçi Kurt Godel in 1931 de yayınladığı o meşhur makalesinden sonra matematiğin de aksiyomatik yapısı tartışılır olmuştur ama ;20 gram su ile 30 gram suyu karıştırıp , karışımın kütlesini ölçtüğümüzde 60 gram buluyorsak, hatayı 20+30=50 önermesinde aramayız.Matematik bir formalizm olmasının ötesinde yer etmiştir fizikte.Çünkü evrenden soyutlanan birtakım şeylerin üzerinde matematiksel işlemler yaptığımızda, sonuçta bulunan şeylerin yine evrene ait olması sözkonusudur.Bu da matematiğin, fizikte sadece bir gösterim şekli olarak yer etmediğini gösterir.Ancak matematiksel olarak ortaya çıkan her sonuçla, fiziksel gerçeklikler arasında birebir tekabüliyet var mıdır?
Matematiksel bir önerme olgusal dunyaya ilişkin olduğu kadarıyla kesin değildir; kesin olduğu kadarı ile olgusal dünyaya ilişkin değildir.