şiirle ilgili kompozisyon, makale,röportaj... vs..



Cevap :


[RÖPORTAJ] Şiirin tedavi edici bir yanı var   Kemal Sayar, günümüzde 'ünlü bir psikiyatrist' olarak tanınsa da aynı zamanda 1980'li yıllardan itibaren edebiyat dergilerinde şiirleri yayınlanan bir şair. İlk şiir kitabı 'Hızır ve Roza' 1992'de yayımlanan Sayar'ın toplu şiirleri geçtiğimiz günlerde çıktı. "Bir şiir bittiği zaman hem kendimi Allah'a daha yakın hissediyorum, hem kendimle ilgili bir şeyleri tanımış oluyorum." diyen Sayar, şiirin tedavi edici bir yanı olduğunu düşünüyor.

Bugün çoğu kimse ünlü bir psikiyatr olarak tanısa da Kemal Sayar, 1980'lerin sonlarında ve 90'lı yıllarda dergilerde görünen iyi şairler arasındaydı. Şiirin dışında çok iyi öykü ve denemeler de yazdı. Şiirleri İkindi Yazıları, Yedi İklim, Albatros, Kayıtlar, Dergâh ve Hece dergilerinde yayımlandı. İlk şiir kitabı Hızır ve Roza 1992'de yayımlandı ve hayli ses getirdi. Fakat Sayar'ın 1983'ten günümüze uzanan şiir yolculuğu, psikiyatrist kimliğinin gerisinde kaldı hep. Geçtiğimiz aylarda Sayar'ın "Ricat", "İki Güneş Arasında" ile "Hızır ve Roza" adlı şiir kitapları Timaş Yayınevi tarafından "Bütün Şiirleri" başlığı altında yeniden yayımlandı. Toplu şiirlerini vesile ederek psikiyatrist Prof. Kemal Sayar ile şiiri konuştuk.

Şiir serüveninizin otuz yıla yakın bir geçmişi var ama sizi tanıyanlar bu yönünüzü pek bilmiyor. Bunca yıl şair kimliğinizi ön plana çıkarmamanız bilinçli bir tercih miydi?

Şiir bana göre bir halin dışa vurumu. En azından benim için Allah'la konuştuğum, kendi içime derinleştiğim, kendimle baş başa kaldığım ve kendime karşı en samimi olduğum anların bir yansıması gibi. Bu yüzden şair kimliğimi ön plana çıkararak 'ben buyum' demek istemedim. Çünkü şiir bana göre iddiasız bir şey olmalı ve kendini göstermeli. Kişinin karakterini, kimlik özelliklerini öne çıkaran bir şey olmaktan çok sanatkârın geride kaldığı ama ürünün konuştuğu, ürünün kendini anlattığı, kişiden bağımsız bir metin olarak durmalı, ele alınmalı.

"Montreal Mektupları" şiirinizde gördüğümüz kadarıyla ülkenin karmaşasından uzaklaşmışsınız ama sanki kendi kaosunuz başlamış...

Gurbetteyken kendi hesaplaşmalarınız başlıyor. Kendi sesimden kendi hikâyemi dinledim. Modern hayatta biz bundan mahrum kalıyoruz. Bütün bu koşturmacanın arasında kendi içimizle konuşmuyoruz, çelişkilerimizi yakalamakta zorlanıyoruz. Montreal tecrübesi benim için kendi içime baktığım, ayrıca Batı medeniyetlerine biraz daha eleştirel bir gözle bakabildiğim, orada ne olup bittiğini anlamaya çalıştığım büyük bir tecrübe oldu.

İnsanlar sorunlarını çözmek için size geliyor, siz de şiire mi yöneliyorsunuz?

Şiir, benim için büyük bir arınma vesilesi; Allah'a en çok yaklaştığım yerlerden biri ve bir tür ibadet. Cahit Koytak ağabeyimizin bir benzetmesi vardır, der ki: "Bizim bu dünyadaki şiirlerimiz cennette bize tanıklık etmeli." O hassasiyetin getirdiği bir şiir olunca insan büyük bir arınmışlık duygusuyla şiir masasından kalkıyor. Bir şiir bittiği zaman hem kendimi Allah'a daha yakın hissediyorum, hem kendimle ilgili bir şeyleri tanımış ve tanımlamış oluyorum, hem de dünyanın kirinden pasından arınmış oluyorum. Benim için şiirin kesinlikle tedavi edici bir değeri var.

Bir yandan şiirlerinizde dünyayı unutmaktan bahsederken diğer yandan bir şiirinizde "hayat sürekli bir mucizedir oğlum" diyorsunuz. Bu bir bakıma dünyayla hem kavgalı hem barışık olduğunuz anlamına mı geliyor?

Tamamen öyle, tekinsiz dünyada tekinlik arayışı gibi bir duyguyla yazıyorum. Bizim dünya karşısında aldanmaklığımız, unutkanlığımız, asli ödevlerimizden vazgeçişimiz, ricat psikolojisi, ülkülerden davalardan geri dönüşümüz, bunun yarattığı çelişkiler... Biraz eleştirel bir ton vardır o şiirlerde. Biraz da dünyayı değiştirme yönünde kurduğumuz o düşe nasıl olup da sırt döndüğümüz, yüz çevirdiğimizle ilgili eleştirel bir bakış.

'TV çağı', 'Market kadını' gibi şiirlerinizle günümüz insanına da bir eleştiri getiriyorsunuz... Yaşadığınız çağa mı, onun insanına mı bu itirazlar?

Bu iki şiir de yaşadığımız hayatın yarattığı sanal gerçekliğe bir itiraz. Çoğumuz birbirimizi işitir gibi yapıyoruz ama aslında işitmiyoruz. Modern insanın ciddi bir sıkıntı içinde olduğunu düşünüyorum. Hepimiz de modern insanlar olarak o mutsuzluğun üzerimize sağdan soldan bulaştığını görüyoruz. Donmuş gıdalardan birbirimizle geliştiremediğimiz sahici, sağlam ilişkilere kadar insanın mutsuzluğunu körükleyen çok sayıda unsur var. Şiir işte bütün bunları deşifre edebilecek çok güçlü bir silah diyelim, bir vasıta.

'Rüknettin'e gelecek olursak. Rüknettin'in aynalarda ağladığı kadar var mı gerçekten?

Hepimizin içinde hakkı ve hakikati arayan kırılgan bir taraf var. O kırılgan taraf bazen bizi uzun hüzünlere gark ediyor, bazen de bizi hakikatle buluşturuyor. Rüknettin işte benim içimde o hakikate, kırılganlığa, ıstırap çekmeye yakın tarafım. Bir bakıma diğer kişiliğim, diğer kimliğim de diyebilirim. Onu yakaladığım, onu olabildiğim zaman daha sahici, daha samimi olduğumu düşünüyorum. Ve hepimizin içindeki Rüknettin'le konuşması gerektiğine inanıyorum.