Cevap :
Açık bir adres, değişmez bir netice olarak hepimizin hikâyesinin sonuna eklenmiş olan ölümü hatırımızda tutmamız gerekiyor. Bütün referans değerlerimizi belirleyeceğimiz saltık bir nokta gibi duran ölümün, doğmamızla hepimizin yazgısına nakşolduğu kesindir. Ne tuhaftır ki dostum, yazgımıza dair bildiğimiz tek şey ölüm. Diğer bütün bilgilerin bize ancak zamanı geldiğinde bildirilip, ölümün peşinen önümüze konmasında muhakkak nasiplenilecek bir sebep var. Bedenin miadını doldurmasıyla yerini bir boşluğa terk etmesi; bir yandan taşıdığımız kılıfın faniliğine işaret ediyor iken, bir yandan içimizdeki ebedinin boyut değiştireceğine dair yeni bir yolculuğu da imliyor. Spinosa’nın; “Ölümden neden korkayım ki; onun olduğu yerde ben yokum, benim olduğum yerde o yok!” sözüyle de ayrımsayacağımız üzere, biri diğerinden ayrı konuşlanmış iki başka boyuttan söz etmemiz mümkün. ALINTIDIR
ÖLÜMÜ ANLATAN MEKTUP
Tarih: Sal Ksm 11, 2008 1:34 pm Açık bir adres, değişmez bir netice olarak hepimizin hikâyesinin sonuna eklenmiş olan ölümü hatırımızda tutmamız gerekiyor. Bütün referans değerlerimizi belirleyeceğimiz saltık bir nokta gibi duran ölümün, doğmamızla hepimizin yazgısına nakşolduğu kesindir. Ne tuhaftır ki dostum, yazgımıza dair bildiğimiz tek şey ölüm. Diğer bütün bilgilerin bize ancak zamanı geldiğinde bildirilip, ölümün peşinen önümüze konmasında muhakkak nasiplenilecek bir sebep var. Bedenin miadını doldurmasıyla yerini bir boşluğa terk etmesi; bir yandan taşıdığımız kılıfın faniliğine işaret ediyor iken, bir yandan içimizdeki ebedinin boyut değiştireceğine dair yeni bir yolculuğu da imliyor. Spinosa’nın; “Ölümden neden korkayım ki; onun olduğu yerde ben yokum, benim olduğum yerde o yok!” sözüyle de ayrımsayacağımız üzere, biri diğerinden ayrı konuşlanmış iki başka boyuttan söz etmemiz mümkün.
Öte yandan sevgili dostum, tasavvufi bir terminoloji ile konunun üzerine eğildiğimiz vakit; “vasl” kavramı ile karşılaşıyoruz. Evet, ölümü bir kavuşmak olarak kayda geçirmek inancımıza daha müteallik bir şeymiş gibi geliyor. Kalubela’da Rabbimize vermiş olduğumuz sözün ardından, birer can olarak doluştuğumuz bedenlerin duvarlarına çarpa çarpa yaşlanıyor ve en nihayetinde, canımızın bitmeyen enerjisi ile onu neşet ettiği yere bırakıp gidiyoruz. Gidiyoruz, çünkü buraya bir yerden geldik. Gidiyoruz, çünkü kalınacak yer burası değil. Şu halde üzerinde adımladığımız toprağı bir nezaret olarak görmemizde sakınca yok. İlk hatadan bu yana sürgün edildiğimiz bu yer, her gün yeniden işlediğimiz hatalar münasebetiyle bir isim edinmiş kendine. Şüphesiz “hata yapmak” bedelini ödüyoruz, bir gün mahcup düşeceğiz çünkü. Son tahlilde, geldiğimiz yere doğru yelkenlerimizi açtığımız vakit; her hata canımızı derinden yakacak. Zira her şeyin açık edileceği bir ölüm sonrası için, gözlerimizin güneşten yanması muhtemel!
Evvel ölmek gerekiyor öyle ise. Burada, bu sürgün diyarda, nefsimizi körelterek… Benliğimizin esamisi okunmayana dek ölmemiz gerekiyor, yeter ki ecel kapıya dayandığında korkumuz nefesimize mani olmasın diye. Madem bir elin ötekine kavuşması gibi ölüm, yahut bir nehrin denizine, ona direnmeden akmak cesaretini edinmek ancak bu dünya içre amellerimizledir. Öteki’ye geçişimizi gözlerimiz yadırgamasın diye, sevgili dostum, burada, yaşıyorken bir ölümü olması gerekiyor bedenimizin.
Başkalarının ölümüne alışma hızımıza bak sevgili dostum, her gün bir parçamız ayrılıyor dünyadan. Eksilen, çoğalan uzuvlarımızla ne kadar ilişkiliyiz sence? Ne kadar kullanıyoruz birbirimizi ahiri bir suretle? Sana bakmak ve senin için kendimden çıkmak istiyorum dostum, kendimden çıkmak! Dünyada, bir şeyi olsun kendimi hesaba katmaksızın düşünmek istiyorum, her şeyin ve her kimsenin Allah’ın ortak malı olduğunu unutmayarak. Vazgeçmek mümkün mü sevgili dostum, terk etmek mümkün mü Ben’i? Acaba hangi aşırılıklara kaçıyoruz kollarken emanetimizi? Yine de ümitliyim dostum, yine de ümitliyim şairin dediği gibi:
“ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz!”
_________________
__________________
Bir hayatki Sonu cennettir
Sıkıntıdan ne çıkar?
Tarih: Sal Ksm 11, 2008 1:34 pm Açık bir adres, değişmez bir netice olarak hepimizin hikâyesinin sonuna eklenmiş olan ölümü hatırımızda tutmamız gerekiyor. Bütün referans değerlerimizi belirleyeceğimiz saltık bir nokta gibi duran ölümün, doğmamızla hepimizin yazgısına nakşolduğu kesindir. Ne tuhaftır ki dostum, yazgımıza dair bildiğimiz tek şey ölüm. Diğer bütün bilgilerin bize ancak zamanı geldiğinde bildirilip, ölümün peşinen önümüze konmasında muhakkak nasiplenilecek bir sebep var. Bedenin miadını doldurmasıyla yerini bir boşluğa terk etmesi; bir yandan taşıdığımız kılıfın faniliğine işaret ediyor iken, bir yandan içimizdeki ebedinin boyut değiştireceğine dair yeni bir yolculuğu da imliyor. Spinosa’nın; “Ölümden neden korkayım ki; onun olduğu yerde ben yokum, benim olduğum yerde o yok!” sözüyle de ayrımsayacağımız üzere, biri diğerinden ayrı konuşlanmış iki başka boyuttan söz etmemiz mümkün.
Öte yandan sevgili dostum, tasavvufi bir terminoloji ile konunun üzerine eğildiğimiz vakit; “vasl” kavramı ile karşılaşıyoruz. Evet, ölümü bir kavuşmak olarak kayda geçirmek inancımıza daha müteallik bir şeymiş gibi geliyor. Kalubela’da Rabbimize vermiş olduğumuz sözün ardından, birer can olarak doluştuğumuz bedenlerin duvarlarına çarpa çarpa yaşlanıyor ve en nihayetinde, canımızın bitmeyen enerjisi ile onu neşet ettiği yere bırakıp gidiyoruz. Gidiyoruz, çünkü buraya bir yerden geldik. Gidiyoruz, çünkü kalınacak yer burası değil. Şu halde üzerinde adımladığımız toprağı bir nezaret olarak görmemizde sakınca yok. İlk hatadan bu yana sürgün edildiğimiz bu yer, her gün yeniden işlediğimiz hatalar münasebetiyle bir isim edinmiş kendine. Şüphesiz “hata yapmak” bedelini ödüyoruz, bir gün mahcup düşeceğiz çünkü. Son tahlilde, geldiğimiz yere doğru yelkenlerimizi açtığımız vakit; her hata canımızı derinden yakacak. Zira her şeyin açık edileceği bir ölüm sonrası için, gözlerimizin güneşten yanması muhtemel!
Evvel ölmek gerekiyor öyle ise. Burada, bu sürgün diyarda, nefsimizi körelterek… Benliğimizin esamisi okunmayana dek ölmemiz gerekiyor, yeter ki ecel kapıya dayandığında korkumuz nefesimize mani olmasın diye. Madem bir elin ötekine kavuşması gibi ölüm, yahut bir nehrin denizine, ona direnmeden akmak cesaretini edinmek ancak bu dünya içre amellerimizledir. Öteki’ye geçişimizi gözlerimiz yadırgamasın diye, sevgili dostum, burada, yaşıyorken bir ölümü olması gerekiyor bedenimizin.
Başkalarının ölümüne alışma hızımıza bak sevgili dostum, her gün bir parçamız ayrılıyor dünyadan. Eksilen, çoğalan uzuvlarımızla ne kadar ilişkiliyiz sence? Ne kadar kullanıyoruz birbirimizi ahiri bir suretle? Sana bakmak ve senin için kendimden çıkmak istiyorum dostum, kendimden çıkmak! Dünyada, bir şeyi olsun kendimi hesaba katmaksızın düşünmek istiyorum, her şeyin ve her kimsenin Allah’ın ortak malı olduğunu unutmayarak. Vazgeçmek mümkün mü sevgili dostum, terk etmek mümkün mü Ben’i? Acaba hangi aşırılıklara kaçıyoruz kollarken emanetimizi? Yine de ümitliyim dostum, yine de ümitliyim şairin dediği gibi:
“ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz!”
_________________
__________________
Bir hayatki Sonu cennettir
Sıkıntıdan ne çıkar?