Cevap :
Cevap:
Anayasa, ulus kimliğini haiz ve devlet aşamasına ulaşmış toplumların örgütleniş biçimidir. "Anayasalar farklı siyasî düşünce, inanç ve kanaatleri olan, farklı sosyal sınıf ve statüden insanların barış içerisinde bir arada yaşamalarının temel kurallarını gösteren toplumsal sözleşmelerdir. Anayasalar aynı zamanda, otoriter yönetimlere karşı, insan hak ve hürriyetlerinin korunması yolunda verilen uzun ve zorlu mücadelelerin ürünüdür."[i] Uluslaşmanın ve ulusallığın temel hukuksal yapıtı olan Anayasa, toplumdaki "devlet düşüncesini" gerçekleştiren temel bir anlaşma niteliğindedir ve diğer tüm ulusal yasaların kaynağı, hukuk inancının simgesi, ulusal dengenin bilimsel aracıdır.[ii] Bir toplumda demokrasinin varlığı ve bekâsı Anayasalara bağlıdır. Anayasalar, toplumsal düzenin "sine qua non" bekçisi ve demokrasi ile demokratik değerlerin en büyük teminatıdır.
1. 2- G İ R İ Ş
Gerçek bir demokrasi, fertlere ve onların hak ve hürriyetlerine yasal olarak saygı gösterilmesi ve güvence altına alınması temeline dayanır. Bu nedenle, insan hak ve hürriyetlerinin korunması, fert itibariyle insanların olduğu kadar toplum olarak da tüm ulusların temel amaçlarından birini oluşturmak durumundadır. Bu, aynı zamanda, Devlet için de "demokratik" olmanın başat koşulu, çağdaş sayılabilmenin temel ölçütüdür. Anayasanın yürürlüğe girmesiyle ülke yönetimi keyfîlikten kurtularak toplumsal uzlaşmanın ürünü olan objektif kurallara bağlanır ve bu kurallara uyulmasıyla bir yandan devlet işlerinin belli bir düzen içerisinde yürütülmesi sağlanırken, bir yandan da hak ve hürriyetler güvenceye alınmış olur.
Türkiye’de anayasacılığın öncülüğünü, devlet gücünü kullanarak toplumu modernleştirmek isteyen bürokrat ve aydınlar yapmış, anayasa gelişmeleri de modernleşmeci bir yaklaşımla incelenmiştir.[iii] Cumhuriyetin ilânından bu yana, Türkiye Devleti "Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak" amacıyla yüzünü Batı Dünyası’na çevirmiş, Avrupalı (çağdaş) Devlet sayılabilmenin bütün koşul ve normlarına adapte olma yolunda sürekli çaba harcamıştır. Bu çabaların meyvelerini de sıra ile, dünyada barış ve huzurun sağlanıp korunması, insan hak ve hürriyetlerinin kollanıp güvence altına alınması yolunda uğraş veren Birleşmiş Milletler gibi bir evrensel örgütün kurucu üyeleri arasında yer almak; askeri amaçlı NATO ve siyasî amaçlı Avrupa Konseyi gibi bölgesel güvenlik ve denetim kuruluşlarının etkin ve seçkin bir üyesi olma onur ve itibarını kazanmakla toplamıştır.
Bu görev anlayışı içinde Türkiye, uluslararası hukuk ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini yerine getirirken, diğer devletlerin ve ulusların haklarına saygılı olmayı ve daima “iyiniyet kaidelerine riayet” le hareket etmeyi temel ilke edinmiştir. Bunun en somut kanıtı, uluslararası platformda yetki ve sorumlulukları belirleyen uluslararası hukuksal belge ve düzenlemelere birer anayasa hükmü olarak kendi iç hukukunda yer vermiş olmasıdır. Öyle ki, ister 1961, ister 1982 tarihli Anayasalar’da olsun, bu konu düzenlenirken iki ana kural koymuştur :
a) Uluslararası andlaşmalar yasa gücündedir;
b) Bunların Anayasaya aykırılığı iddia edilemez.