Cevap :
Lokman Hakim’in kim olduğu hakkında muhtelif rivayetler vardır. Ancak Şeyhülislâm Ebussuûd Efendinin nakline göre bu rivayetlerin hülâsası şöyledir: Lokman ibni Bâurâ ki’ Azer evlâdından olup Eyyüb aleyhisselâmın hemşire veya teyze zadesi imiş, uzun müddet ömür sürmüş, Davud aleyhisselâma yetişmiş ve ondan ilim almış ve onun peygamberliğinden önce fetva da verirmiş. Kendisi san’at sahibi olup israil Oğullarında kadılık ettiği de söylenmiştir. Bâzıları bunun bir nebî olduğuna da kail olmuşlar ise de alimlerin cumhuruna göre, nebî değil bir hakîm idi. Bilindiği gibi, her nebî hakîm ise de her hakîm nebî değildir.
Alimlerin örfünde hikmet, insan nefsinin nazarî ilimleri iktibas ve tatbikatta faziletli işleri takatî nisbetinde tam bir meleke kazanarak elde etmesi ve olgunluğa kavuşmasıdır. Yani hikmet, kâh nazarî ve kâh ilmî olarak tarif edilirse de tam manâsıyla hikmet, illet ve sebepleri bilerek gayeye isabet edecek şekilde ameli ilme, ilmi amele uydurmaktır. Bunun için kendine hikmet verilene bir çok hayırlar verilmiş olduğu beyan buyurulmuştur. Allahü Teâlâ’nın âlemde hikmetiyle koyup tahsis ettiği sebepleri ve hükümleri, yani kanunları keşfederek ondan bir takım ilmî neticeler çıkarmak kabiliyeti, şüphe yok ki Allah’ın büyük bir ihsanıdır. Ve hakîm olan kimseye yakışan da ilmî ve amelî olarak bunun şükrünü eda etmektir. Nitekim Allahü Teâlâ «Biz Lokman’a hürmeti verdik ki şükret Allah’a diye» buyurmuştur. Bu şükrün ilmî haysiyeti evvelâ o hikmetin, Allahü Teâlâ’nın bir vergisi olduğunu bilerek Allah’ı şirkten, ortaklıktan tenzih etmektir. Amelî haysiyeti de işlerinde takip ettiği gaye ve maksatlarında kendi hevasını değil, Allah’ın rızâsını gözetmektir. Bu şükrü kim eda ederse kendi lehine şükretmiş olur. Çünkü sonunda faydası kendine âid olur. Lâkin kendine hikmet verilenler içinde, nankörlük ederek küfre sapanlar da olmuştur. Bunların nankörlüğü de, yani o hikmeti Allah’tan bilmeyerek ben yapıyorum diye şükürde bulunmayıp kötüye kullanması kendi aleyhine olur. Çünkü Allahü Teâlâ zengindir, ihtiyacı yoktur, hem Hamid hem Mahmuddur. Filan feylesof hikmet nâmına nankörlük ederse ona hiç bir zarar eriştiremez, kendi kötülenmiş olur.
Lokman Hakim’in şükrünü nasıl eda ettiğine dâir hikmet ve ahlâktan bir iki numune Kur’ân-ı Kerîm’de zikrolunarak şöyle beyân buyurulmaktadır:
Açıklama:
sabitler misin aşk ♥️♥️
Cevap: en kısa bulduğum buydu
Açıklama:
Büyük erenlerden Hasan Basri bir gün arkadaşlarıyla birlikte yolda giderken memleketinin tanınmış devlet büyüklerinin oğluyla karşılaşır. Devlet büyüğünün oğlu yağız atının üzerine kurulmuş beraberinde de hizmetçileri bütün süksiveyeti şamıyla yoluna devam etmektedir.
Hasab Basri yolun ortasında durarak hoş beşten sonra devlet büyüğünün oğluna şöyle seslenir:
-Ey devlet büyüğünün oğlu sizler her şeyi mal ve parayla değerlendirirsiniz size şu iki sözü satmak istiyorum alır mısınız? Çünkü bu sözleri size benden başka kimse söylemeye cesaret edemeyecektir. Sonra bu sözler sizi aydınlık, Allah yoluna sokacaktır.
Devlet büyüğünün oğlu:
-Peki kaça satacaksın diyince Hasan Basri:
-Birincisini bir, ikincisini iki gümüş para karşılığında veririm diye karşılık verdi.
Evet alırım diyince de ilk sözünü söylemeye koyuldu ve şöyle dedi:
-Ey devlet büyüğünün oğlu, senin evin var mı? Var cevabını alınca da,
-Kendin mi yaptırdın yoksa miras mı kaldı? diye sordu.
Devlet büyüğünün oğlu kendim yaptırdım diye cevap verdi.
Ne kadar zaman içinde yaptırdın? Bu soruya da epey uzun sürdü karşılığını verdi. Neden her imkana sahip olduğun halde çabuk bitirmedin diyince de, binanın taşlarını taşıyan hayvanlara acıdığım için fazla yük vurdurtmadım. İşte o yüzden de binayı kısa zamanda inşa etmek mümkün olmadı.
Ardından sözü alan Hasan Basri şöyle konuştu:
-Ey devlet büyüğünün oğlu madem ki başkalarının hayvanlarına acıyarak fazla yük taşıtmaya razı olmuyorsun, neden öz nefsine acımayıp da onu dağlar kadar günah yığını altında eziyorsun? Bu sözler devlet büyüğü oğlunun üzerinde büyük bir tesir yaptı. Atından inerek Hasan Basri’nin ellerine kapandı, ardından da sabırsızlıkla, iki gümüşü hemen vereceğim şu ikinci sözünü de hemen söyle ne olur diye yalvardı.
Daha sonra Hasan Basri ikinci sözünü söylemeye koyularak şöyle dedi:
-Yola koyulmuş böyle nereye gidiyorsunuz? Devlet reisine bir memurluk almak için gidiyorum. Bu cevabı alınca Hasan Basri bey, bak en değerli elbiseni giymiş, en enfes kokularını sürmüşsün neden, çünkü devlet reisi ve mahiyetinde çalışanlara karşı mahcup olmak istemiyorsun. Halbuki onlarda senin benim gibi insan değil mi?
Şimdi sana sormak isterim. Yarın ölüp öbür dünyayı boyladığında omuzlarında taşıdığın bu kadar ağır günahlarınla ve kirli altınla, peygamberler ve gerçek müminler arasında Allah’a karşı hesap verirken utanmayacak mısın? Bu sözlerinde son derece derin etkisi altında kalan devlet büyüğünün oğlu atını hizmetçisine verdiği gibi hemen Hasan Basri’nin ellerine sarılarak, artık bütün dünyalık nimetlerini tapar ve ölünceye kadar o büyük zatın safında Allah’a ibadet etmeye karar verir.
Yüce Allah celle celalühü cümlemizi hak sözleri dinleyip de gereğini yerine getiren hak sever kullarından eylesin. Amin.