Cevap :
"Seninle iç içe geçirdiğimiz son günü hatırlıyorum bu hüzünlü günümde Doğduğun gün. 24 yıl önce... Biri baltayla sırtıma vurdu sanki... Halının üstünde dizlerime çöktüm kaldım! İki elim karnımın üzerinde... Sanki içimdeki bir cevherin, benim haberim olmadan uçup gitmesini engellemek, bir şeyleri korumak ister gibi sıkı sıkıya tutuyordum kocaman karnımı. Doğurmak nasıl bir şey bilemiyordum, gençtim. Bu “ne yapacağını bilememe” duygusunun, yollarını ve dilini bilmediğiniz bir memlekette gece yarısı kaldırımda kimsesiz kalakalmaktan farkı yoktu. Baban duşa girdi, şoför beni doğuma hastaneye götürdü. O gün anlamıştım ikimiz, bir manga olabiliyorduk. Sadece sen ve ben... Zamanla sen de bana dev bir ordu olmayı öğretecektin. “Biz” sen ve ben, kaçmak yerine hayatın akışına teslim olmayı öğrenecektik beraber... Yanımdaki mini minnacık beşikteydin, “Anne oğlum sağlıklı mı, sağlam mı her yeri” dedim kısık sesimle. Örtülerin arasından kedi yavrusu büyüklüğünde bir cüce çıkardı ve koynuma koydu! Bu benim oğlum. Fare kadar bir şey! O gün “seni” kalbimin üstüne koydum. Hiç kaldırmadım. Tek başıma, maddi manevi yetemediğim ama inatla senin aşkın için dik tuttuğum kuyruğumla... En oksijensiz muharebelerde bile senin soluğunu hiç yüreğimden eksiltmedim. Baş anayasam sendin, ötesi önemsizdi. Her kira artışında taşındık, 13 mahalle değiştirdik koskoca İstanbul’da. Başka çocuklar seni dövdüğünde ve eve kan revan içinde geldiğinde “babalar” gibi ben gittim kavga ettim anneleriyle. Boğazın, kulağın, böbreğin, apselerin için onlarca ameliyat geçirdiğinde; lanet olası canlı yayınlarla hastane arasında koşarken “erkek” gibi; yanına vardığımda “anne” gibi olmayı nasıl becerebildim bilemiyorum. Hayatımızın bir dönemini beraber paylaştıklarımız kırgın, kızgın olabilirler. Kan bağın olan insanların, senin bu yaşına kadar geçirdiğin ameliyat sayısını bilmemelerine de ben kızgınım. Ricalarım kavgalara dönüştüğünden beri pes ettim. Huzurun için. Paylaşmak yerine kendi kendime halletmeyi öğrendim. Yoruldum. Şimdi, yeni bir ameliyata hazırlanırken bana “Anne neden benim keçi boku gibi bir sağlığım var, her yerim neden dökülüyor” deme. Ağırıma gidiyor. Bir ananın nelere muktedir olduğunu biliyorsun, senin için dünyayı yakarım, ama bazı şeylerin kontrolü benim elimde değil. Allah bize hayatın güçlüklerine karşı durabilmemiz için üç şey hediye etmiş, uyku, gülmek ve ümit etmek... Bunlar elimizde olduğunca o senin “keçi boku” gibi dediğin sağlık da düzelir, gelecek kaygıların da... Dün gece bedenindeki tüm hortumlar kan kırmızıyken, bak şimdi pembe. Ağrılar, sabredersen seyrelerek yok oluyor. Yürekten duaya devam et. Bazen hayat, annenin sana ömür boyu verdiklerini kullanmaya başlamanla değişir. Kullan. Ben yanında yalnız “seninle çoğalan” bir orduyum. Kılıç kalkanı al, kalk, savaşa çıkıyoruz. Galip tabii ki sen olacaksın. Bir kez daha ve bizim için..."