Cevap :
Simya yaygın biçimde temelsiz boş inanç ya da en iyimser gözle kimya biliminin gelişmesinden önceki ilginç bir geçiş dönemi olarak görülmektedir. Simyanın Aquinos’lu Thomas Isaac Newton Robert Boyle gibi insanlarca da ciddiye alınmış olduğu ve simya ile Ortaçağ felsefesi ve dini arasında önemli bağlar bulunduğu çok az bilinir. Simyacı altın üretmeye çalışan bir kimse olarak tanınmaktadır. Elbette bu işle uğraşan birçok kimse vardı. Fakat onlar kadar yüksek düşünceli ve zeki başka insanlar da vardı ki altın elde etmek için uyguladıkları kimyasal işlemler aslında simgeseldi ve amaçlanan sonuç altın elde etmek değil ‘Filozof Taşı’nın keşfedilmesi idi. Sanat’ın tüm sırrını kapsayan bu gizemli “taş” bir yandan onların çalışmalarının bir ürünü öte yandan da varlığı olmaksızın simyanın da var olamayacağı Tanrı’nın bir armağanıydı. Hem bir ruhu vardı hem de ruh’un kendisi olarak kabul ediliyordu. Onu araştırırken simyacı maddenin içinde gizlenmiş olduğuna inandığı ruhu özgürleştirmek çabasındaydı ve böyle yaparak bir bakıma ruh ile fiziksel gerçeklik arasındaki köPage Ranküyü kuruyordu.
15. yüzyılda bir yazar şöyle diyor: "Sadece felsefe taşını yapmayı bilen kişi onunla ilgili sözlerin anlamını bilir." Bu taş maddeyi altına çevirebilmekte ve bundan elde edilen iksir ile insan ölümsüzlüğe kavuşabilmektedir. Simyada ulaşılan bu son noktaya giden yol “Ars Magna ”(büyükuLu sanat) olarak adlandırılmaktadır. Metallerdeki hastalığın kirin yok edilip altının ortaya çıkarılması gibi uzun bir süreçten sonra da insandaki tanrısal töz açığa çıkabilir ve kişi iyi için çalışabilir. Ars Magna bu açıdan insan için de kullanılabilir bu anlamı ile inisiyasyonu da temsil etmektedir. Ars Magna ile insan Tanrı ile birleşebilmekte kendini maddeye bağlayan bağlardan kurtulabilmektedir.