Cevap :
BİR GÖÇ HİKAYESİ
Istanbula kırk kilometre uzaklıktaki Terkos (Durusu) köyü ilkokuluna başladığımda kişiliğimle ilgili ilk şaşkınlığımı yaşamıştım. Sınıf arkadaşlarım beni ismimden çok Arnavut diye çağırıyorlardı. Rahmetli anneme yaptığım serzenişlerden aldığım cevap Sen de onlara macır (Göçmen) dersin şeklinde oluyordu. Altıyüz elli haneli Terkos köyünün yerli halkı 1879 Rus savaşı sırasında Balkanlardan bu köye göçen Türklerden oluşuyordu. Biz ise babamın memuriyeti nedeniyle 1946 yılında bu köye gelmiştik.
Daha sonraki yıllarda köy halkı tarafından sevilen, zamanının aydınlarından sayılan ve tarihe çok düşkün olan babamın katkılarıyla kimliğimizle ilgili bilgileri edinerek, Türk kimliğinin önemini çok daha iyi kavradım. Esasında okulda beni Arnavut diye kızdıranlarla, benim Macır diye kızdırdığımarkadaşlarımın dedeleri Osmanlı Devletinin Balkanlardaki temsilcileriydiler. Osmanlı yönetiminin son yıllarındaki gafleti sonucu misyonlarını tamamlayarak anavatana dönmüşlerdi. Benden oniki kuşak önceki büyükbabam Anadoludan Molla Nurettin lakabıyla Kosova Vilayetinin Kalkandelen (Tetova) kasabasına müftü olarak gönderilmişti. Rahmetli babam Molla Nurettinden sonra, 10. göbek Süleman Ağanın ilk çocuğu olarak, müslüman Arnavut Atiye anadan, 1910 yılında Kalkandelende doğmuştu. Osmanlı kayıtlarında Kalkandelenin 1414 yılında Demirtaş Paşa kumandasındaki Türk akıncıları tarafından Osmanlı topraklarına katıldığı, yüzbin dönüm tarla, onsekizbin dönüm çayır, ondokuzbin dönüm bağlık ve üçbin dönüm bahçeliği olduğu belirtilir.
Bu topraklar üzerinde Osmanlı Devletinin misyonunu yüzyıllar boyunca başarıyla temsil eden bu insanların çabası, adil ve asil oluşları sonucu bulundukları toprakların yerlileri olan Bosnalılar, Bulgarlar, Mekadonyalılar, Yunanlılar, hiçbir baskıya maruz kalmadan Osmanlı tabiyetine geçerek Osmanlı tebası (Vatandaşı) oldular. Yine bu insanlar bugün dahi izi silinemeyen Balkanlardan, Bosnaya kadar geride büyük eserler bıraktılar. Ancak Batı devletlerinin kışkırtması ve Osmanlı Devletini yönetenlerin gafleti sonucu Balkanlar bir kan gölü haline dönüştü. Ve bu topraklarda yüzyıllarca yaşayan ancak sahipsiz kalan Türkler anavatana göç etmek zorunda kaldılar.
DEDEM GÖÇ EDİYOR
1914te Sırplar Avusturyalılara yenilerek, Arnavutluka çekildiler. Ancak 1915in kış aylarında toparlanarak Mekadonyanın Manastır yöresini tuttular. 1915in Eylül ayında Bulgarlar da savaşa girdiler ve Sırp Ordusuna saldırdılar. Kısa sürede Sırpları bozguna uğratarak Üsküpe girdiler. (Üsküp, Kalkandelene 40 kilometre ve babam 5 yaşında) Bu arada Sırpları kurtarmak isteyen Fransızlar bir Osmanlı kenti olan Selanike asker çıkardılar. Buna Ingilizler de katıldı. Tüm bu gelişmeleri Istanbul sadece seyretti. Bu güçler 1916 yılının baharında Manastıra kadar indiler. Fransızlar girdikleri Mekadonya kent ve köylerinde eli, kolu sağlam, yörenin zengin ve saygın, başlarına dert açabilecek gibi gördükleri her Türkü tutuklamaya başladılar. Fransızlar, Yunan jandarmalarının kılavuzluğunda köyleri tarıyor, gittikleri köylerde Yunan jandarmasının parmağı ile gösterdiği kişileri alıp götürüyor, işkence uygulayarak sorguya çekiyorlardı. Tutukladıklarını savaş yasalarına göre kurulan özel mahkemelerde kısa yargılamadan sonra, suçlu saydıklarını kurşuna diziyorlardı.
Kalkandelenin saygın kişilerinde olan 30 yaşındaki büyükbabam Süleyman ağa da iki kez tutuklandı. Her ikisinde de bir yolunu bulup kurşuna dizilmekten kurtulan dedem, iki çocuğu ve eşi ile çareyi anavatana göçmekte buldu.
1916 yılının sonbaharında 2 çocuklarıyla tehlikelerle dolu zahmetli göç yolculuğuna çıkan büyükbabam ve babaannem, bir ayı aşkın yolculuktan sonra 3 çocuklu bir aile olarak Istanbula vardılar. Babaannem 3. oğlunu yolda doğurmuştu.
Rumeli Türklerinin serüveni çok ama çok geniştir...Romanlara sığmaz...
Adnan Celepoğlu (Mart 2005)