Cevap :
BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ
Uygarlık başlangıcından günümüze, ‘bir arada yaşamın’ çok sayıda problemi, toplumların gündeminde olmuş, aralıksız olarak çeşitli çözümler ileri sürülüp tartışılmıştır. İnsanlık; kuşkusuz bu sorunların çözümünde yaşadıkları yüzyılın sosyo-politik koşullarıyla sınırlıydı. Her sosyal grubun biriktirdiği toplumsal var oluş kimliğini belirleyen, kendilerini ait hissettikleri bir kültürleri vardır.
Bu kültürel doku onların kimlik tanımının bir parçasını oluşturur. Her birey, kendi seçimi olmayan doğumuyla başlayan, ait olduğu bir sosyal grubu, o grubun kültürel kimliği ve o kültürün etkileşim alanları vardır. Kültür çok katmanlı süreç olgusunu içinde barındırır. Uzun bir geçmişten süzülerek ‘şimdi’ ye uzanır. Şimdi bugünün insanının eklediği akıl, yaşam pratiği, kolektif donanımlarıyla geleceğe ulaşır.
Bu süreç kuşkusuz bütünüyle yalın ve homojen koruma ile gerçekleştirilemez. İçinde bulunulan toplumun dünya toplumlarıyla alış-veriş olanakları çerçevesinde gerçekleşen etkileşimle söz konusudur. Kimi zaman bu etkileşimler istemsiz biçimde öznel kimliği unutturacak kadar yoğun olurken; kimi zamanda her iki kültür arasında uyumlu, yerel kültürel değerlerin bilincinde, gelişmeye yönelik bilinçli bir etkileşim gerçekleşir.
Bu uyum; rastlantısal ilişkilerle değil, uzun geleceği gören kültür politikaları ve stratejileri ile sağlanabilmektedir. Böyle bir toplumda farklı kültürlerin etkileşimi bir yabancılaşma değil bir kaynaşma gerçekleştirir. Günümüz uygar toplum ütopyalarında aranan böylesine bir barışçıl kaynaşmadır. Kültürel çeşitliliğin kültürel zenginliğin bir göstergesi olarak kabul edilmesidir.
İnsanlık, her geçen yüzyılda dönüşüp değişmektedir. Aklın bulguları yaşantı pratiğine yansıdıkça insanlar yaşam daha bilinçli ve daha öznel tercihleriyle biçimleyebilme olanaklarını zenginleştirirler. İletişimin günümüzde geldiği nokta insan aklının en önemli başarılarından biri olarak sayılabilir.
Bu olanak dünya toplumlarının birbiriyle doğrudan tanışmalarını, birbirlerini politik aracılar olmaksızın anlayabilmelerini sağlayacak zengin olanaklar sunar.
İnsanlık geliştirdiği uygarlığı türünü bir arada tutacak biçimde kullanabileceği gibi, toplumlar; kültürel bir aradalığı zorunluluk değil şans olarak algıladıklarında, savaşma nedenleri azalacak ve daha yaşanılır bir dünyada var olmayı başarabileceklerdir
Toplumlar modern hayata geçişle birlikte bir takım sorunlarla karşı
karşıya gelmişlerdir. Şüphesiz, insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü,
azınlıkların durumları, demokrasi, çoğulculuk, çok kültürlülük v.b. bunların
başında yer almaktadır. Modern dünyada çeşitli bilim adamlarınca adı geçen
konular tartışılmakta ve çeşitli çözüm önerileri ileri sürülmektedir. Yalnız bu
kavramların her ne kadar bilim literatürüne girişi çok eskilere dayanmıyorsa
da, ifade edilmek istenen sorunun, yeni keşfedildiği anlamına gelmez. Bu
olgunun tarihini, belki insanlık tarihi ile eşdeğer görmek mümkündür. Çünkü
İbn Haldun‘un da ifade ettiği gibi, insanların toplum halinde yaşamaları
zaruridir. Bireyin insanlardan tamamen uzak münzevi bir yaşam sürdürmesi
realitede mümkün görünmemektedir. Zaten düşünme yeteneğinden sonra
insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden birisi hiç kuşku yok
ki, onun toplum halinde yaşama mecburiyetidir.
Fıtraten medeni yaratılmış
bir varlığın tek başına yaşaması düşünülemez