teknolojinin kısaca tarihsel gelişimi



Cevap :


Sanayileşmenin en belirgin ögesi teknoloji üretebilmektir. Teknoloji üretebildiğiniz, bilgiyi ürün tasarlamada kullanabildiğiniz takdirde ticarette rekabet üstünlüğünü, savunma sistemlerinde de caydırıcılığı sağlayabilirsiniz. Kimse kendisine üstünlük sağlayan bir şeyi başkasına vermeyeceğine göre salt teknoloji transferi yaparak sanayileşmemiz ve kalkınmamız, savunma sistemlerinde de caydırıcılığı sağlamamız olası değildir. Bu nedenle amaç kendi teknolojimizi kendimizin üretmesi olmalıdır. Kendi teknolojisini üreten bir sanayileşme ile ulusal ekonomiye, ülkenin mühendislik gücüne ve ulusal teknolojiye en yüksek katkıyı sağlayabilir, beyin göçünü önleyebilirsiniz.

Teknolojiyi kısaca bilimsel bilgiden yararlanarak yeni bir ürün geliştirmek, üretmek ve hizmet desteği sağlamak için gerekli bilgi, beceri ve yöntemler bütünü olarak tanımlayabiliriz. Bu duruma göre özgün üretim için gerekli safhaları da dörde ayırabiliriz.

Bilimsel bilgiye ulaşmak veya geliştirmek
Bilgiden faydalanarak bir ürün tasarlamak (tasarım yeteneği veya teknolojisi)
Tasarlanan bir ürünün üretim tekniklerini belirlemek (üretim teknolojisi)
Üretim.
Bir ürün geliştirmek için gerekli malzeme ve ekipmanı çeşitli kaynaklardan bulabilirsiniz. Bu nedenle önemli olan tasarım yeteneğine sahip olmaktır. Tasarım yeteneğine sahipseniz her şeyi yapabilirsiniz. Bağımsızlık da bundan sonra gelir (3).

Teknoloji ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirlemekte ve uluslararası yarışta, sahibine büyük bir ticari üstünlük sağlamaktadır. Dünya ulusları teknoloji üretebilenler ve üretemeyenler olarak ikiye ayrılmakta, teknoloji üretemeyen uluslar az gelişmiş uluslar olarak sınıflandırılmaktadır.

Savunma sanayiinde ise teknoloji ve özellikle tasarım teknolojisi savunma sisteminin gizliliğini, sistemin güvenilirliğini ve idamesinde dışa bağımlılığı belirleyen bir unsurdur. Böyle olunca da ülkenin savunma gücüne, Silahlı Kuvvetlerin caydırıcılığına doğrudan katkıda bulunmaktadır.

Her ülkenin ulusal savunma yeteneği ile o ülkenin savunma sanayiinin düzeyi arasında yakın ilişki vardır. Savunma sanayiinin ise yüksek teknolojilerin geçerli olduğu bir sektör olmasından dolayı ulusal savunma gücünün ülkenin teknolojik düzeyine bağımlı olduğu söylenebilir. O halde ulusal savunma gücünün artırılması için hedef; ülkenin ulusal teknolojik düzeyini yükseltmek olmalıdır (4).

Kamu kaynakları bu hedef doğrultusunda kullanılmalıdır. Özellikle savunma sanayii halen dünyada imzalanan hiçbir uluslararası serbest ticaret anlaşmasının konusu olmadığına göre, devletlerin savunma sistem tedariklerinde ulusal kaynakları, ulusal teknolojinin geliştirilmesi amacına yönelik olarak kullanması aklın gereğidir

alıntıdır

Anlamak anlamına gelen bilim ve yapmak anlamına gelen teknolojinin gelişim serüveni ilk insanın akıl, mantık ve duyu organlarını maddeye yöneltmesi ile başlar. Bilim ve teknoloji, serüveninin ilk gününden beri kabul gördüğü coğrafi bölgeler ve kültürler arasında seyahat eder ve gittiği her yere maddi gücünü de beraberinde taşır. Bilimin ve teknolojinin bu gücünü anlayan Büyük İskender, yaşadığı çağa siyasal damgasını vururken, İskender’den sonra gelen İslam dünyası da, yine bilim ve teknoloji aracılığıyla yaratıcının buyruklarını dünyanın dörtbiryanına taşır. İslam dünyasından sonra bilimi sahiplenen Avrupa, dünyayı kendisine sömürge yaparken, Amerika bilim ve teknolojinin gücü ile sömürgeciliği devralarak, hertürlü zehirli ürünleri deneyerek çöplük haline getirdiği gezeğenin koruyucusu rolünü üstlenir(!).
Bilimin ilk tohumlarını, M.Ö. 3000 yıllarında medeniyetin pırıltılarının görüldüğü Mezopotamya uygarlığında görüyoruz. Bu nedenle bilim ilk yolculuğuna doğu uygarlığından çıkar. Mısır uygarlığından sonra Batıya geçen bılim, önce İyonya’ya, sonra Atina’ya, Güney İtalya’ ya gider ve yeniden İskenderiye’ye döner. Roma İmparatorluğunun çökmesi ve Ortaçağ bağnazlarının muhteşem İskenderiye Kütüphanesini yakması ile yokolmaya yüztutan bilim, İslamiyetin doğuşu ile yeniden canlanır ve gelişir. 7. yüzyıldan 13. yüzyılın sonlarına kadar İslamiyetin himayesinde gelişen ve modern anlamda tohumları atılan bilim, yeniden Avrupa’da canlanmaya başlar. Avrupa’dan Amerika yolculuğuna çıkan bilim, bu yolculuğa çıkmadan önce teknolojiyi de koluna takar. Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin öncülüğünde Asya’ya da yerleşen ve yolculuğuna başladığı zaman toplumda pek yeri olmayan bilim, 20.yüzyılın sonunda oluşturduğu kendi toplumuna ve modern insanına Nemrutluğunu ilan eder.