Cevap :
A) Osmanlılar'da Devlet Anlayışı
Osmanlılarda yönetimin temelini üç ana kaynak oluşturuyordu. İslam hukuku, eski Türk devlet anlayışı ve fethedilen yerlerdeki mahalli gelenekler ve uygulamalar.
Osmanlıların kurucusu olan Oğuzlar, Müslüman olduktan sonra da eski Türk devlet anlayışının birçok unsurlarını muhafaza etmişlerdi. Türk devlet geleneğinde, hükümdarın ülkeyi adaletle yönetmesi esastı. Halkın mutluluğu ve refahı ancak böyle sağlanabilirdi.
İlk Türk-İslam devletleri, yönetimleri altındaki topluluklar arasında sosyal, kültürel, dini bakımdan herhangi bir fark gözetmemişlerdi. herkese eşit hak ve adalet tanımışlardı. Geleneklerine saygılı davranmışlardı. İlk Türk-İslam devletlerindeki bu anlayış ve uygulama, Osmanlılara da intikal etmiştir.
Osmanlı Devleti'nde yönetim İslam hukuku çerçevesinde düzenlenmişti. Kanun ve nizamların, İslam hukukuna uygun olması esastı.
Osmanlılarda devlet anlayışı, başlıca bu temeller çevresinde şekillenmiştir. Ancak, zamanla, bu unsurlardan bazılarının önemi azalmış, bazılarının da artmıştır.
B) Hükümdar
Eski Türk devlet anlayışında, hükümdar, yönetme gücünü ve yetkisini Tanrı'dan almaktaydı. Hükümdarın mutlak ve devredilemez hakları vardı. Devleti yönetme yetkisi, Osmanlı hanedanlığına aitti. Bu anlayış, Osmanlı devletinin yıkılışına kadar devam etmiştir.
Türk devlet anlayışında hükümdar ailesinin bütün erkek mensupları taht üzerinde hak sahibiydi. Padişah öldüğü zaman yerine kimin hükümdar olacağı konusunda saraya yakın çevrelerin tutumu önem taşıyordu. Bunlar devlet ileri gelenleri, yüksek rütbeli kumandanlar ve bilginlerdi. Kuruluş döneminde, Ahi teşkilatı da etkili olmuştu. Bu sistem, taht için mücadeleye yol açıyor ve karışıklıklara sebep oluyordu. Fatih Sultan Mehmet, bu sakıncayı ortadan kaldırmak üzere, tahta geçme yöntemini belirten bir kararname düzenlemişti.
Tahta yeni geçen padişah, Eyüp Sultan Türbesinde yapılan merasimle kılıç kuşanırdı. Hakimiyet belirtisi olarak, padişahın hutbede ismi okunur ve adına para bastırılırdı.
Padişah yeni kanunlar koyabilirdi. Herhangi bir konuda padişahın verdiği karar ve ileri sürdüğü fikir, kanun sayılırdı. Ancak bu kanunların şeriatla çatışmamasına dikkat edilirdi. Padişahın buyruklarına ferman, hüküm, hatt-ı hümayün gibi adlar verilirdi.
Yavuz Sultan Selim, Memlük devletine son verdiği zaman halifelik ünvanını da üzerine almıştı. Bundan sonra, Osmanlı padişahları aynı zamanda İslam halifesi oldular. Ancak, halifeliğin 13. yüzyıla kadar süren siyasi gücü artık kalmamıştı. Bu bakımdan, Osmanlı hükümdarları, siysi ortam gerktirmediği için, bu ünvandan siysi alanda yararlanma ihtiyacını duymadılar. 19. yüzyılın sonlarında, devlet bütünlüğünü sağlamak için, İslamcılığın siyasi bir ideoloji olarak benimsenmesi yoluna gidildi. O zaman, halifeliğin siyasi bakımdan yararlı olabileceği düşünüldü. Fakat, bu yoldaki düşünceler fazla başarılı olamadı.
C) Sadrazam
Osmanlı devletinde vekil ve vezirlerin en büyüğü, padişahın mutlak vekili, başbakan.
Sadrazam devlet işlerinin yönetiminde padişaha tam yetkisiyle yardım ederdi. İlk sadrazamlar ilmiye mesleğinde olanlar arasında seçilirdi. Sadrazam padişahtan sonra devletin en büyük başkanı ve padişahın mutlak vekili olduğu için, sözü ve yazısı padişahın iradesi ve fermanı demekti. Sadrazam, tam yetki sahibi olduğunu göstermek için, hükümdarın yüzük şeklinde altından mühürünü taşırdı. Hükümet başkanı olarak da divana başkanlık ederdi. Divanda bitmeyen işler, öğleden sonraları sadrazamın konağında ikindi divanı'nda görüşülürdü. Sadrazamdan başka hiçbir vezir ikindi divanı yapamazdı.