Cevap :
ANLATIM
İslâm dini başta olmak üzere bütün dinler, insanlığın kurtuluş ve mutluluğunu
amaç edinirler. Bu bağlamda özellikle evrensel dinlerin temel mesajlarında barış, esenlik
ve insanların birbirlerine saygılı olmaları gibi ahlaki hususlar önemli bir yer tutar.
Ancak tarihten günümüze dinsel inanç ve farklılıkların zaman zaman çatışma konusu
yapıldığı, insanlar arasındaki çekişme, kavga ve nefrete malzeme olarak kullanıldığı da
bilinen bir gerçektir. Dinsel inanç ve farklılıkların çatışma konusu yapılması; bireylerin
ve toplumların huzuru için ciddî bir tehlike oluşturur.
Kur’an’da, insanların birbirlerini tanıyıp anlamaları amacıyla Allah’ın onları farklı
toplumlara ayırdığı ifade edilmektedir. Toplumlar arasında tarihten gelen ayrılık ve
çatışma noktalarını bir kenara bırakıp birlikte yaşama ve hoşgörü kültürünü, önce dini
alanda daha sonra birçok alanda yaşama geçirmek herkesin görevidir.
Toplumsal barış ve hoşgörü, günümüzde
insanlığın ortak sorunları olarak acil çözüm bekleyen açlık, yoksulluk, işsizlik, çevre
kirliliği, doğal afetler, uyuşturucu madde bağımlılığı, terör vs. gibi temel sorunların
çözümüne de katkıda bulunacaktır. Artık insanlık tarihte kalması gereken, ama yapay
bir biçimde gündeme taşınmak istenen çatışma kültürlerine değer vermemektedir.
İslam, genelde insanlar arası özelde ise dinler arası olumlu ilişkilerin kurulmasına,
yeryüzünden ayrımcılığın kaldırılmasına, insanlığı tehdit eden ahlakî yozlaşma ve
adaletsizliğin giderilmesine önem verir. Bu çerçevede diyalog, farklı din ve kültüre
mensup insanlar arasında hoşgörü ortamının tesisini ve tarafların birbirlerini tanıyıp
anlamasını sağlaması açısından İslam’ın değer verdiği bir kavram olarak dikkati çeker.
Farklı kültürler, ırklar ve dinler arasındaki hoşgörü ve diyalogun tesisi, insanlar
arasındaki şiddet ve çatışma ortamının önlenebilmesi için faydalı olacaktır. Birbirini
tanıma ve anlama süreciyle birlikte hoşgörü ve anlayışın yaygınlaşması, dünyanın daha
güvenli, huzurlu ve yaşanılır olmasını sağlayacaktır.
İslam, kendi içindeki farklı yorumlara bir rahmet olarak bakmaktadır. İslâm
düşünce ekolleri ve mezhepleri, biri diğerinden üstün olmayan ve her biri kendi içinde
kurtuluşa götüren yolu formüle etmeye çalışan birer akımdır. İslâm kültüründe bu farklı
yorumlar bir zenginlik olarak görülmüş, istisnalar dışında gerilim ve ayrışma sebebi
olmamıştır. Batıda ise mezheplerin âdeta farklı dinler gibi ayrıştığı, bu sebeple mezhepler
arası ciddî çatışmaların yaşandığı bilinmektedir. İçinde yaşadığımız yüzyılda insanlık
tecrübesinin hoşgörü, diyalog, kültürel farklılıklara saygı ve birlikte yaşama kültürü
için demokrasi çok önemlidir. Barışın evrenselliği ve kalıcılığı açısından demokrasi
önemli imkânlar sunmaktadır. Türkiye’de gelişen dindarlık anlayışı ve hoşgörü kültürü
bunun önemli bir göstergesidir. Bunda Osmanlıdan gelen tarihî tecrübenin de önemli
katkıları vardır. Nitekim Anadolu ve Balkanlarda yüzyıllarca farklı din ve kültürler
barış ve hoşgörü içinde bir arada yaşayabilmişlerdir. Dinleri şiddetin, gerilimin,
kavganın kaynağı ve sebebi olmaktan çıkarıp ortak bir barış zemini tesis edilmelidir.
Dünya barışı adına hoşgörü, diyalog, kültürel farklılıklara saygı ve birlikte yaşama
kültürünün yaygınlaşması için bilime dayalı bir din anlayışı önemlidir. Çünkü bilim,
insanlığın ortak bir değeri, dünün özeti, bugünün realitesi ve yarının zeminidir. Doğru
bilgiye dayanan bilimin hakemliği bizi uzlaştırır ve yumuşatır. Çünkü bilimsel bilginin
olduğu yerde özgüven ve özgürlük olur. Bilen insan hem kendine özgüveni olan hem de
başkalarına özgürlük alanı bırakmasını bilen insandır. Özgürlüğün yolu kendine güvenmekten
geçer. Kendisine güvenmeyen kişi veya sistemler özgürlük alanlarını da giderek
kısıtlarlar.
Hoşgörü ve birlikte yaşama kültürünün gelişip yaygınlaştırılmasında önemli
katkıları olan diğer bir unsur ise sufî gelenek ve derin tasavvufî düşüncedir. Dinlerin
tarihsel tecrübe içinde kazanmış oldukları katılıkları yumuşatan, onların mesajlarını
toplumun bütün katmanlarına taşıyan bu zengin kültür, evrensel birçok projeye veri
sunabilecek niteliktedir. Niyet ve düşüncede incitmeme ve incinmeme anlayışına
dayanan, pratikte ise yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi prensip hâline getiren bu
anlayış insanlık için sevgi dolu bir hayat kaynağıdır. Muhyiddin İbn Arabî, Hakîm
Tirmizî, İmam Rabbanî, Ahmet Yesevî, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velî vb.
şahsiyetlerin hoşgörü ve birlikte yaşama kültürüne katkıları inkar edilemez bir gerçektir.
Dünya barışı ve insanlığın mutluluğunu sağlamak için sağlıklı iletişim, diyalog,
hoşgörü ve herkesin birbirini anlamaya gerekli önemi vermelidir. (Sadullah Sarı www.dinibil.com)