Cumhuriyet dönemi türk şiirinin tematik sorunları konulu odevım var. ozellıkle 1950 sonrası ıcın. yardım edebılecek var mı ?



Cevap :

GÜNÜMÜZ TÜRK ŞİİRİNİN SORUNLARI

“Artık şiir kitapları satmıyor ve artık şiir eskisi kadar okunmuyor.” Bu fikir hemen hemen okuyan, yazan ve edebiyat adına kafa yoran her beynin bir köşesinde yer ediniyor. Bu fikirler sürekli olarak seslendirildiği ve telkin edildiği için de toplumun her katmanına hızla yayılıyor. Bunların doğal bir sonucu olarak baştaki söz kendi kendini ispatlamış oluyor.
Böyle bir sonuca nasıl varabildik, neler bizi böyle düşünmeye sevk etti? Bizleri şiirden soğutan ve uzaklaştıran sebepler neler? Bu safhaya gelmemizin sorumlusu kimler? Yeniden şiiri keşfedebilir miyiz? Şiir bizden neden bu kadar uzak? Bu ve buna benzer sorular her gün düşüncelerimi işgal ediyor. Bir şiir okuru olarak bulduğum eksiklikleri sizlerle paylaşmayı ve beraberce tenkit etmeyi uygun görüyorum.
Bugünkü Türk şiirinin en büyük sorunu kaliteli şiirlerin oluşturulamamasıdır. İşte bu kalitesizliğin nedenlerini sıraladığımızda karşımıza çok uzun bir liste çıkmaktadır. Sabrınızın sınırlarını zorlamadan bunlardan önemli gördüklerimi paylaşmak istiyorum.

*Şairlerimizin ne yazık ki okuma alışkanlıkları bulunmamaktadır: Çok büyük bir şiir mirasına sahip olmamıza rağmen bu değerlerden şairler yeteri kadar istifade etmemektedir. Bunun doğal sonucu olarak da kendi kabuğu içinde yok olmaktadırlar. Bu kısır döngü ne şaire ne de edebiyata en ufak bir fayda sağlamamaktadır. Kendilerine ördükleri bu duvarlar eninde sonunda onları sıkmaya başlayacak ve sonunda bu mengenenin arasında eriyip gideceklerdir. Hâlbuki okunan her değer, her şiir gelecek için yeni yeni ufuklar açmaya yardım edecektir.

*Okuyanlar ise ustaların etkisinden kurtulma başarısını gösterememektedirler: Bir şiirde başka bir şairin izini görmek şair için eleştiri konusu yapılabilir. Ama bir şiirde etkilenildiği söylenen şairin tamamıyla görünmesinden izinin görülmesi daha masumanedir. Öyle ki şairin izlerinden ziyade şairlerin kendileri şiirlerde boy göstermektedir. Bazen yaşayan bir şair bazen de kemiği toprağa karışmış bir usta kanlı-canlı görünür şiirlerin bütününde. Bu yüzden özgün şair ve şiire bir türlü yaklaşamıyoruz.

*Hece ve serbest şiir tartışması: Bu tartışma içinde yer alan hececilerin yanılgısı şiirin sadece kalıplara uyduğunda şiir olacağı düşüncesidir. Her kafiyeli ve ölçülü sözün şiir olmadığını kabul etmek mecburiyetindeyiz. Hece şiirinde yapılacak şeyler henüz bitmediğini kabul etmeliyiz ama örnekte de görüleceği gibi kafiye ve ölçünün bir şiir için yeterli olmadığı da akıllardan çıkarılmamalıdır.

Bahçelerde pırasa
Bu ne güzel lacivert
Ben annemi özledim
Yaşasın cumhuriyet.

Aynı zamanda serbest şiir yazanların şiiri sadece akla gelen şeylerin kâğıda dökülmesi olarak görmesi de büyük bir cehalet örneğidir. Serbest şiiri saçmalama bahçesi olarak kabul edenler manzumla nazım arasındaki farkı ayırt etmek durumundadırlar. Bir kompozisyona bağlı kalmadan gelişi güzel oluşturulan serbest şiirlerin daha doğrusu düz yazıların etkili okunması da onlara şiir hüviyeti kazandırmaya yetmemektedir. Gerek şiirin içyapısı gerekse dış yapısı dikkate alınmadan kaleme alınan çalışmalara itibar edilmemesi gerektiğini düşünmekteyim.

*İmge avcılığı: Şairin gayesinin söylenmeyeni söylemek olduğunu düşündüğümüzde farklı şeyler söylemesi ve farklı şekiller denemesi gayet normaldir. Ama şiirde sadece farklı olmak adına gülünç şeylerin yapılması da şiirimize yarar değil aksine zarar vermektedir. Şiirin bütünüyle uyuşmayan, iğreti duran bir yığın anlamsız benzetmeler kullanmak şairi özgün değil ancak maskara yapabilir. Yeni imge kullanmak adına şiirin bütünlüğü ve anlamı katledilmemelidir. Maalesef üzülerek görüyorum ki yeni diye bize sunulan şeyler birbirine iliştirilmiş sözcük grubundan başka bir şey değil. İsterseniz birkaç cümlelik yeni imgelerle şiir deneyelim bakalım ortaya neler çıkıyor.

ARDINDA
Ardında kaldı kanadı kırık karıncalar
Penceremin önünde bir avuç şişko üzüntü
Nice seyrek gülüş sıvazlamaları taşırım
Sayısız ayinler oksijen tortusuyla cebimde mahzun
Yeşilimsi bir yoğurt çalar kapımı
Kadife ayrılıklar alır götürür...
(İşte size çağdaş şiirden ölümsüz bir örnek.)

*Akıcılığın kaybolması ve ses yitimi: Şiirler dikkatle okunduğunda görülecektir ki Türk şiirinin, daha doğrusu şiirin olmazsa olmazlarının bulunmadığı fark edilecektir. Bir şiirde bulunması gereken akıcılık, ahenk, ritim ve coşkunun günümüz Türk şiirinde esamesinin bile okunmadığını görebiliriz. Yan yana dizilmiş satırlar dolusu sözleri birbirine bağlayan bu yapıştırıcı unsurlar ne yazık ki şiirimizden silinip atılmıştır. Şiire has olan sesin yerini hırıltılı, hasta ve kulak tırmalayıcı bir yapı almıştır. Neticesinde de yavan bir söz yığınıyla karşı karşıya kalmak zorunda bırakıldık.

*Şair şişirme merkezleri: Edebiyatımızdaki yetkin şiir eleştirmeni eksikliği şiirdeki bu çıkmazın temelini teşkil etmektedir. İyi bir şiir eleştirisinin olmaması sonucunda her grubun, derginin ve siyasi örgütlenmelerin kendilerinin destekleyip büyüttükleri şaircikleri ortaya çıkarmıştır. Bu şaircikler belirli bir grubun malı olduklarından o çember etrafında dönüp durma gayretini akıllarından çıkaramamışlardır. Tarafsız olma iddiasında olanlar ise bir yer bulamadıkları için yavaş yavaş ortadan kaybolmuşlardır. Şiire devam edenler ise bir yere yaslanma gereğini duyarak sanatlarını ve benliklerini bu grupların inisiyatifine terk etmişlerdir. Yapmacık ve tek yönlü şiirlerin çıkması bu şekilde oluşmaya başlamıştır.

1960-1990 arasını kapsayan 30 yıl içinde üç askeri darbe yaşayan Türkiye'de şiirin de büyük harfle yazılan 'tarih' tarafından kuşatılmaması olanaksızdı. Şu an bulunduğumuz noktada, Türk şiirinin artık akımlar dönemini kapadığı söylenebilir. Akımlar ya da akımsılar bitti. Zaten batı'daki anlamında Gerçeküstücülük türünden bir akım hiç olmadı Türkiye'de. Şimdi, kişisel tarihler/ coğrafyalar, mitoslar dönemindeyiz.

Ancak yazıyı bağlamadan, özellikle 1980'den sonra kendini belirginleştiren İslâmcı Şiir'in yükselişine de değinmek istiyorum. Bu şiir, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, İlhami Çiçek, Arif Ay vb. gibi adlarında ve eylemci soldan katılan İsmet Özel'de görüldüğü kadarıyla doğrudan modernist şiirle bağlantılı gibi görünüyor bana. Örneğin Karakoç'un ilk şiirlerinin İkinci Yeni ile tuhaf bir hısımlığı olduğu söylenebilir. Daha genç şairlerde de günümüz şiirinin soyutlamacı ve imgeci eğiliminin ağır bastığı öne sürülebilir. Ama bu şiir, gündelik yaşamın acılarına, yoksunluklarına ve reel yaşama itirazı ile de dikkati çekmekte, mistik içeriğiyle olduğu kadar siyasal yönsemesi ile de canlılığını kanıtlamaktadır. Bu şiirin evrilmesinin de günümüzün dünyevî/lâik şiirinin evrilmesine bağımlı olacağını düşünmemize izin verecek belirtiler olduğunu söyleyebileceğimizi sanıyorum. Örneğin Necip Fazıl'dakine benzer 'sekter bir dindarlık anlayışı'nın sürekli beyanına rastlanmaktadır. Rahmetli İlhami Çiçek'in şiirinde gizilgüç halinde bir günah ve zina korkusuna ilişkin imgelere rastlanmaktadır. Korkunun varlığı, söylemek gerekir ki, arzunun varlığının da göstergesidir.

Bitirirken şunu söyleyeceğim: Günümüz şiirinin gelişimi, son kertede, Türk toplumunun somut koşullarına bağlı olacaktır, geçmişinde de olduğu gibi. Bir dil sanatı olan şiir, sanıldığından çok daha fazla ideolojik ve polito-dilseldir. Seçtiği sözcükler ve ürettiği imgeler, şairi istesin istemesin bir yere, bir dünya görüşüne ait kılar.

Şiiri bu kara delik'ten kurtarma yolundaki bir girişim Somut Şiir'dir. Türkiye'de pek az yandaşı bulunan, dünyadaki etkinliği de hayli azalmış görünen bu şiir, Max Bense'nin sözleriyle, okurla "iletişimi anlamın anlaşılması yoluyla değil düzenlemenin anlaşılması yoluyla" sağlamayı öngörmektedir. Kısaca, daktilonun, bilgisayarın olanaklarının verdiği bir görselliğe yaslanmaktadır. Ama Somut Şiir'in şansının olabileceğini kestirmek olası değil.