Cevap :
1.ESKİ ÇAĞ'DA COĞRAFYA: Bu çağda coğrafya, basit birtakım harita çizim denemeleri ile başlamıştır. Bu denemeler, Dünya'nın hayal edilmeye çalışılan biçiminin, kaba çizgilerle çizimi şeklinde ifade edilmesine yönelik girişimlerdir. Bu tür basit coğrafî düşüncelerin oluşmaya başladığı ilk kültürel bölgelerin, aynı zamanda da en eski yerleşme bölgelerinden olan, Eski Mısır ve Mezopotamya kültürel bölgeleri olarak kabul edilir. Bu bölgeler, Nil ve Fırat-Dicle gibi akarsuların sağladığı yaşama kolaylıkları nedeniyle, Dünya'nın yerleşmeye uygun en eski yerleşme bölgeleridir. Bu nedenle de, söz konusu bölgelerdeki kültürel gelişmeler, daha erken başlamıştır. Bu eski kültürel bölgelere, bütün Eski Çağ Akdeniz havzası kıyı yerleşme bölgeleri de dahildir.Akdeniz havzası ve Mezopotamya Eski Çağ devletlerinde, giderek oluşmaya başlamış basit bilimsel düşüncelerde, coğrafî bilgilerin bulunduğuna tanık oluruz. Örneğin, bugüne kadar ele geçmiş olan en eski coğrafî belge, M.Ö. 2400 ya da 2700 yıllarında Babilliler tarafından, Babil'de yapıldığı kabul edilen bir harita taslağıdır. Kilden yapılarak, üzerine harita çizildikten sonra Güneş'te kurutulan, birtablet üzerine çizilmiştir
Eski Çağ’da Yer = Dünya bilgisi ya da bir diğer ifade ile coğrafî görüşler mitolojik(efsanelerle ilgili) ve mistik (dinî kabul edilen, fakat çağdaş anlamda dini olmayan davranışlar) esaslara dayanıyordu. Örneğin, Mezopotamya toplumlarındaki bilge kişilere göre Dünya, gök aleminin yere yansımış bir gölgesi, yanı aksı olarak düşünülüyordu. Şekli ise, Dicle üzerinde yüzen: (yüzdürülen) bir küfe nin (yük ve insan taşıyan bir çeşit tekne şeklinde sepet), tersine döndürülmüş şekline benzetiliyordu. Küfe biçimindeki Dünya'yı, çepeçevre acı su denizler inin kuşattığı sanılıyordu. Bunlar, kuşkusuz tuzlu su denizleri idi ve görüş, pek de yanlış değildi. Gerçi mitolojik ve mistik düşüncelere (olayların nedenlerini efsanevî ve dini esaslarda arayan felsefî yaklaşım) dayanmakla birlikte, yine de bu tür görüşlerin, coğrafi bazı yönleri bulunduğu kuşkusuzdur. Çünkü Eski Çağ insanları bile, Dünya'nın biçiminin neye benzediği, çevresinde neler bulunduğu gibi konularda görüşler ileri sürmüşler ve yorumlar yapmışlardı. Bu merak ve düşünceler, Mezopotamya toplumlarının (Sümerler Akadlar ve Asurlular), hem birbirlerini ve hem de Elamlar, Hititler, Fenikeliler ve Mısırlılar gibi çevre toplumları da tanıyabilmişlerdi. Hatta Doğu Akdeniz kıyısı Eski Çağ devletlerinden olan denizci Fenikeliler ve Kuzeybatı Afrika devletlerinden olan Kartacalılar denizciliğin sağladığı avantajlar nedeniyle, ticarî amaçlara yönelik faaliyetler sonucu( Endülüs (bugünkü İspanya), Büyük Britanya adaları, Kızıldeniz kıyıları, Ege ve Karadeniz kıyı yerleşmelerine kadar seferler düzenliyordu. Anlaşılıyor ki, Eski Çağ Akdeniz kültür bölgesi toplumları, sınırlı da olsa birbirlerinin ülkesini tanıyabilmişlerdi. Özellikle Makedonya kralı İskender Devri'nde (M.Ö. 356–323), Akdeniz havzası çevresi toplumlarının algılayabildiği coğrafî yeryüzünün sınırları, daha da genişlemişti. Savaş amaçlı seferler ve çıkılan bazı tanıma amaçlı geziler, daha önce az da olsa öğrenilmiş bulunulan Akdeniz dünyası na ek olarak, Hint Yarımadası Arap Yarımadası, Suriye, Orta Asya ve Batı Avrupa gibi geniş bölgelerin, sınırlı da olsa, tanınmasını sağlamıştı. Dolayısıyla düşünürlerde, bu bölgeler hakkında, coğrafî bazı yüzeysel bilgiler oluşmaya başlamıştı.Hem ulaşım şartlarının nispeten iyileştirilmesi ve hem de işgaller yolu ile yeni ülkeler ele geçirilmesi gibi nedenlerle, Romaİmparatorluğu Devri'nde, bilinen yeryüzünün sınırları, daha önceki devrelere göre büyük ölçüde genişlemiştir. Örneğin bu devrede; İskandinavya Yarımadası, Ekvatoral Afrika, Gine Körfezi kıyıları ve Kanarya Adalarından; doğuda Çin'e kadar uzanan Kuzey Yarımküresi, artık Roma devri insanları tarafından ana çizgileri ile öğrenilmiş bulunuyordu.Roma Devri'nin en önemli coğrafî kaynakları, Roma ordusunun istihkâm sınıfı tarafından hazırlanan, yol haritalarıdır. Bu haritalarda, sefer yapılacak bölgeye giderken ordu birliklerinin geçeceği yol güzergâhtan, bu güzergâhlar boyunca su ve gıda maddesi sağlanabilecek konumlar: konaklanabilecek yerler gösterilirdi. Haritalar yapılıp, açıklama kılavuzlarında bu tür bilgiler gösterildikten sonra ordu sefere çıkıyordu. Ayrıca, işgal edilerek imparatorluğa katılacak ülkeler, nüfus, ekonomik kaynaklar, su kaynaklan, yeryüzü şekilleri, ormanlar ve hayvancılık potansiyeli gibi coğrafî özellikleri yönünden de, önceden dikkatle inceleniyordu. Bu uygulama, Osmanlı İmparatorluğu yönetimince de yapılıyordu. Gerekli bilgiler ve doküman, sefere çıkmadan aylarca önce sağlanıyor; sefere, bundan sonra çıkılıyordu.Askerî amaçlarla da olsa, ordunun sefer yapacağı ve işgal edilecek bölgelerin yol durumu, su ve gıda maddesi imkânları gibi bilgilerin derlenmesi, coğrafî anlamda konum ve özelliklerinin belirlenmesi girişimi demektir. Dolayısıyla bu tür etütler, sınırlı da olsa, coğrafî düşüncenin gelişmesinde etkili olmuştur. Çünkü bu ilim, özellikle yerinde gözlem ve etütlerin sonuçlarım yorumlamaya dayanır.Eski Çağ'da coğrafya, daha çok matematik ilmi ve tarih ilmi bilgileri ile iç içe gelişimini sürdürmüştü. Bağımsız ve başlı başına coğrafya eserleri oluşturulması yerine, düşünür ve gezginler eserlerinde tarih, coğrafya ve matematikle ilgili bilgileri, bir arada belirlemiş ve işlemişlerdir. Ancak bu yaklaşım, yine de coğrafya ilminin gelişmesine büyük katkılar yapmıştır.
Gerçekten de bu katkılar, bugünkü çağdaş coğrafya ilminde de bilim dalı, bilim alanları olarak incelenen, başlıca şu coğrafya bilim alanlarının oluşmasını sağlamıştır:
1. Matematik Coğrafya
2. Kartoğrafya
3. Bölgesel Coğrafya
1.ESKİ ÇAĞ'DA COĞRAFYA: Bu çağda coğrafya, basit birtakım harita çizim denemeleri ile başlamıştır. Bu denemeler, Dünya'nın hayal edilmeye çalışılan biçiminin, kaba çizgilerle çizimi şeklinde ifade edilmesine yönelik girişimlerdir. Bu tür basit coğrafî düşüncelerin oluşmaya başladığı ilk kültürel bölgelerin, aynı zamanda da en eski yerleşme bölgelerinden olan, Eski Mısır ve Mezopotamya kültürel bölgeleri olarak kabul edilir. Bu bölgeler, Nil ve Fırat-Dicle gibi akarsuların sağladığı yaşama kolaylıkları nedeniyle, Dünya'nın yerleşmeye uygun en eski yerleşme bölgeleridir. Bu nedenle de, söz konusu bölgelerdeki kültürel gelişmeler, daha erken başlamıştır. Bu eski kültürel bölgelere, bütün Eski Çağ Akdeniz havzası kıyı yerleşme bölgeleri de dahildir.Akdeniz havzası ve Mezopotamya Eski Çağ devletlerinde, giderek oluşmaya başlamış basit bilimsel düşüncelerde, coğrafî bilgilerin bulunduğuna tanık oluruz. Örneğin, bugüne kadar ele geçmiş olan en eski coğrafî belge, M.Ö. 2400 ya da 2700 yıllarında Babilliler tarafından, Babil'de yapıldığı kabul edilen bir harita taslağıdır. Kilden yapılarak, üzerine harita çizildikten sonra Güneş'te kurutulan, birtablet üzerine çizilmiştir