Cevap :
İstanbul'un Fethi ve Avrupa Ticari Faaliyetlerine Etkisi
Osmanlı Devleti’nin uzun dönemde gerileyişinin sebepleri üzerinde durulurken yaygın bir kanaat olarak mektep kitaplarına kadar inen Osmanlıların ticârete gereğince önem vermeyişleri zikredilir. Osmanlı Türklerinin fetih ve cengâverlikle, devlet idaresiyle ilgilendikleri, bu iki sahanın dışındaki işleri kendilerine layık görmedikleri, sanat ve ticâreti zahmetli ve hakir gördükleri, bu tür faaliyetleri gayrimüslimlere bıraktıkları, yabancı devletlerle imzalanan ticâret anlaşmalarının hep tek taraflı işlediği,Türklerin imparatorluk sınırları dışına çıkmadıkları, enerjilerini ticâretin geliştirilmesine sarf etmedikleri, ticâretin onların zihin dünyalarında herhangi bir yer işgal etmediği, ticâretle ilgili kararlarında yanıldıkları ve ticâret yollarındaki değişmenin farkında olamadıkları gibi düşünceler ile Osmanlının ticâretten uzaklığı vurgulanır.
Bu düşünceler Batı müelliflerinin ortaya attığı, ancak bizde de benimsenen bir tezdir. Ne var ki gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Zira, altı yüz yıllık hükümranlık serüveninde uluslararası dengelerde söz sahibi olmuş bir devletin bu başarısını sadece siyasi ve askeri alanda gösterdikleri performans ile açıklamak mümkün değildir. Bu başarı büyük bir iktisadi ve ticari güç ile devamlı beslenmiştir.
Osmanlı, iyi bir asker ve yönetici olduğu kadar becerikli bir tüccardır aynı zamanda. Tüccar, toplumda bir kısım askeri zümre mensuplarından daha yüksek bir konuma ve prestije sahip idi. Bu durum bile kendi başına Osmanlının ticârete verdiği önemin bir ifadesidir. Zaten yöneticiler, tüccarların Osmanlı iktisadi düzeni içinde önemli fonksiyonları yerine getirdiklerinin de farkında idiler. Bu sebeple tüccarlara geniş hareket özgürlüğü sağlanıyordu. Osmanlı'da ticâret küçümsenen ve hor görülen bir faaliyet değil, aksine övülen bir faaliyet idi. Osmanlı vergi sisteminde ticari sektörden daha az vergi alınıyordu. Tüccar himayeye mazhardı. Osmanlı devlet teşkilâtına dair eser yazan Ricaut da Türkler'in tüccarların arılar gibi çalışarak kovana bal getirdikleri için himayeye layık olduklarını söylediklerini kaydeder.
Tüccarın himayeye mazhâriyetinin ve ticârete gösterilen olumlu bakışın arkasında Osmanlı iktisadi dünya görüşünün iki önemli prensibi bulunuyordu. Bunlardan birincisi “ibadullahın terfih-i ahvalleri” yani halkın refahının artırılması idi. Çünkü, Osmanlı sultanları ibadullaha Allah 'ın bir emaneti olarak bakıyorlardı. Dolayısıyla ticâret batılı merkantilist politika uygulayan ülkelerde görüldüğü gibi kendi başına bir amaç değil, bir araç olarak telakki ediliyordu. Bu sebeple halkın refahının artırılması gayesiyle ülke içinde piyasalarda mümkün olduğunca bol, kaliteli ve ucuz mal bulundurulmasına çalışılıyordu.
Diğer bir prensip, devlet gelirlerinin en yüksek düzeye çıkarılması idi. Devlet ticâreti, hem gelirini ve dolayısıyla maddi gücünü, hem de genel refaha olan katkıları ile de manevi gücünü artırmanın bir vasıtası gördüğü için sürekli himaye ediyordu.
Osmanlı'da ticârete verilen önemin göstergelerinden biri de Osmanlı maliyesinin gücünün ticari ve ekonomik gelirlerden beslenmiş olması idi. 1512 yılında yalnız Bursa 'da ipek ticâretinden alınan ve merkezi hazineye giden gümrük geliri 43.000, 1562 yılında Şam 'a getirilen baharattan alınan gümrük resmi ise 110.000 düka altın idi. 1527 yılında 277 milyon akçe olan merkezi devlet bütçesi içinde, yalnız Bursa ve Şam'ın bu iki gümrük vergisi kaleminden aldığı vergi gelirinin 7.5 milyon akçenin üstünde olması (1 Venedik dükası 50 akçe hesabıyla) yani bütçe gelirlerinin % 2.7'sini teşkil etmesi ticâretin Osmanlı maliyesindeki ağırlığını göstermektedir.
İş bölümünün gelişmişliği piyasalar ın genişliğini açıklayan bir kıstastır. Gelişmiş bir iş bölümü mutlaka yoğun bir ticari faaliyeti gerekli kılar. Biri diğeriyle paralel bir şekilde gelişir veya daralır. Yapılan bir resmi geçitte İstanbul 'da 735 çeşit esnaf birliğinin katılması Osmanlı'da iş bölümünün Batıyla kıyaslanmayacak derecede ne denli geliştiğini gösterir. 17. yüzyılda İstanbul'da yaklaşık 1100 esnaf birliğine bağlı 25000 işyeri bulunuyor ve bu işyerlerinde usta, kalfa ve çırak olarak toplam 80.000 kişi, ortalama ise 3-4 kişi çalışıyordu. Diğer taraftan Batı dünyasının en büyük şehri olan Paris 'te 1313 yılında sadece 157 çeşit zanaat loncası bulunuyordu.
İstanbul'un Fethi ve Avrupa Ticari Faaliyetlerine Etkisi
Osmanlı Devleti’nin uzun dönemde gerileyişinin sebepleri üzerinde durulurken yaygın bir kanaat olarak mektep kitaplarına kadar inen Osmanlıların ticârete gereğince önem vermeyişleri zikredilir. Osmanlı Türklerinin fetih ve cengâverlikle, devlet idaresiyle ilgilendikleri, bu iki sahanın dışındaki işleri kendilerine layık görmedikleri, sanat ve ticâreti zahmetli ve hakir gördükleri, bu tür faaliyetleri gayrimüslimlere bıraktıkları, yabancı devletlerle imzalanan ticâret anlaşmalarının hep tek taraflı işlediği,Türklerin imparatorluk sınırları dışına çıkmadıkları, enerjilerini ticâretin geliştirilmesine sarf etmedikleri, ticâretin onların zihin dünyalarında herhangi bir yer işgal etmediği, ticâretle ilgili kararlarında yanıldıkları ve ticâret yollarındaki değişmenin farkında olamadıkları gibi düşünceler ile Osmanlının ticâretten uzaklığı vurgulanır.
Bu düşünceler Batı müelliflerinin ortaya attığı, ancak bizde de benimsenen bir tezdir. Ne var ki gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Zira, altı yüz yıllık hükümranlık serüveninde uluslararası dengelerde söz sahibi olmuş bir devletin bu başarısını sadece siyasi ve askeri alanda gösterdikleri performans ile açıklamak mümkün değildir. Bu başarı büyük bir iktisadi ve ticari güç ile devamlı beslenmiştir.
Osmanlı, iyi bir asker ve yönetici olduğu kadar becerikli bir tüccardır aynı zamanda. Tüccar, toplumda bir kısım askeri zümre mensuplarından daha yüksek bir konuma ve prestije sahip idi. Bu durum bile kendi başına Osmanlının ticârete verdiği önemin bir ifadesidir. Zaten yöneticiler, tüccarların Osmanlı iktisadi düzeni içinde önemli fonksiyonları yerine getirdiklerinin de farkında idiler. Bu sebeple tüccarlara geniş hareket özgürlüğü sağlanıyordu. Osmanlı'da ticâret küçümsenen ve hor görülen bir faaliyet değil, aksine övülen bir faaliyet idi. Osmanlı vergi sisteminde ticari sektörden daha az vergi alınıyordu. Tüccar himayeye mazhardı. Osmanlı devlet teşkilâtına dair eser yazan Ricaut da Türkler'in tüccarların arılar gibi çalışarak kovana bal getirdikleri için himayeye layık olduklarını söylediklerini kaydeder.
Tüccarın himayeye mazhâriyetinin ve ticârete gösterilen olumlu bakışın arkasında Osmanlı iktisadi dünya görüşünün iki önemli prensibi bulunuyordu. Bunlardan birincisi “ibadullahın terfih-i ahvalleri” yani halkın refahının artırılması idi. Çünkü, Osmanlı sultanları ibadullaha Allah 'ın bir emaneti olarak bakıyorlardı. Dolayısıyla ticâret batılı merkantilist politika uygulayan ülkelerde görüldüğü gibi kendi başına bir amaç değil, bir araç olarak telakki ediliyordu. Bu sebeple halkın refahının artırılması gayesiyle ülke içinde piyasalarda mümkün olduğunca bol, kaliteli ve ucuz mal bulundurulmasına çalışılıyordu.