Cevap :
AİR PLAY ÜZERİNE…
Fair-play kavramını duyuyoruz, anlatıyoruz. Yaşıyor ve yaşatmaya çalışıyoruz. Peki ama nedir? Nereden gelir? Neyi anlatır? Ya da anlatmaya çalıştıklarını yeterince biliyor ve algılayabiliyor muyuz?
Anglosakson kökenli olan bu kelime zaman içinde gelişim gösterse de kökleri 15. Yüzyıl şövalye dövüşlerine dayanır. Şövalyeler centilmenlik dışı davranan, birbirlerine sert ve hoş olmayan şekilde müdahale eden, oyunların kuralsal yaklaşımına hileli atıflar yapmaya çalışanlar için “faul-play” kavramını kullanmıştır. Hatta William Shakespare 16. asırdaki eserlerinde bu kavramı yazılarına taşımıştır.
Günümüz yaklaşımında ise “dürüst oyun” tanımlaması uygunluk gösterir. Sporda centilmenlik anlamına geldiğini ise dünyanın tüm ülkeleri bilmektedir.
Buradan biraz daha derinlere açılalım;
İngilizce kelimede fair = güzel, zarif, hoş, lekesiz, saf, dürüst, adil, anlamına gelir. Bu kavram sporla birleştirildiğinde,
Hakca oyun,
Kurallara bağlılık,
Rakibe saygı,
Haksız avantajdan kaçınma,
Rakibin haksız dezavantajlarından faydalanmama,
Rakibi yenmek değil beraber olmaktan zevk almaya,
Attığın gol kadar, yediğin gole de saygı duymayı ifade eder.
Fair play kavramı sadece sporcu-hakem ya da iki sporcuyu ilgilendirmez. Seyirciden masöre, teknik adamdan top toplayan çocuklara, yöneticiden müsabakayı kaleme alanlara, özetle katılım gösteren herkese yöneliktir.
İlke basittir:
“Takımınızı destekleyebilirsiniz, ama karşı takıma hakaret etmeye hakkınız yoktur.”
Bu tanımlamadan yola çıkarak toplumsal bilinci yaratmak ve sporun ana ögesi haline gelen fair-play ruhunu yaşatmak gerekir. Çağımızın en ilgi çeken sporu olan futbola bunu yaydığımızda yüzümüze tokat gibi çarpan bir gerçekle karşılaşırız…
“Futbolun bir ruhu vardır. Ruhlar kırılgandır. Bir süreliğine ayaklar altına alınabilir. Parça parça edilebilir. İnkar edilir, hatta dövülebilir. Ama her darbe onu daha da yıpratır. Yok edilişe sürükler. Ama kaybolmasına izin verilmemelidir. Çünkü kaybolan ruh tekrar bulunamaz. Geride hatıralar, geride özlemler bırakır. Ortada ruhsuz bir futbol kaldığında oyunun milyonlarca taraftarının ne yapacağı meçhuldür”
Ruhunu korumak adına o yapıyı oluşturan ruh kavramını yaratan fair play destekli ögelere sahip çıkılmalıdır. Bunun için dünya, fair-play kavramına sarılmalı ve destek olmalıdır. Türkiye bu konuda adımı dünya ülkeleri ile eş zamanlı atmıştır.
“Uluslararası olimpiyat komitesi (IOC), 1981’de uluslararası fair-play konseyini (CIFP) tanıyıp onu bir kuruluşu olarak kabul etmesinden sonra fair-play, IOC’ye bağlı milli olimpiyat komitelerince gündeme alındı. IOC”nin her komitede fair-play’le ilgili bir komisyon kurulmasını tavsiye etmesine üzerine TMOK da bu konuda çalışmalara başladı. 26 Ocak 1982’de Turgut Atakolun başkanlığındaki TMOK yönetim kurulu fair-play sorumlularını tespit etti.” Türkiye bu konuda üzerine düşeni yapmaya çalışırken, futbol federasyonu 1999 yılında bunu Türkiye için yazılı doküman ve uyulması gerek kural olarak değerlendirdi.
Ve bakın 5. Maddede ne dedi:
“Futbol oyununu dürüstlük içinde oynama, rakibine sportmence davranma düşüncesinden hareketle, müsabakalara katılan kulüpler, oyuncular, hakemler, teknik yönetici, öğretici ve eğiticiler ve seyircilerin:
a- oyun ve yarışma kurallarına riayet etmeleri, b- karşı takım oyuncularına, maçı yönetenlere, maçla ilgili diğer görevlilere, seyircilere, basın ve yayın temsilcilerine sportmence davranmaları ve bu konuda her türlü çabayı harcamaları, c- maçlara katılan herkesin, maçtan önce, maç sırasında ve maç sonrasında, maçın sonucuna ve maçı yönetenlerin verdiği kararlara saygılı davranmaları, fair play hareketleridir.”
Başarıyı bulmak, bu ruhu korumak adına dünyada her yıl yeni desteksel hamleler şekillenmektedir.