Cevap :
'Sû-i misâl emsâl olmaz'
Yıllar önce, Fâtih'in şarap içip içmediği konusunda abes bir tartışma cereyan etmişti. Geçen pazar günü de, başkalarının bin bir emekle elde ettikleri bilgileri hiç kaynak zikretmeden kendisi bulmuş gibi kullanarak sözüm ona tarih yazıları yazan bir yazar, muhafazakârları köşeye sıkıştırmak için hangi padişahın ne kadar içki içtiğinden dem vurdu.
Demek istiyordu ki: "Siz alkole karşısınız, devlet seremonilerinde bile kadeh kaldırmıyorsunuz; ama halife sıfatını da taşıyan Osmanlı padişahları şarap içiyorlardı! Şarabı öven şeyhülislâm bile vardı! N'abeeer?"
Tarih bizde bir kavga ve hesaplaşma alanı olarak seçildiği için böyle tuhaflıklarla karşılaşmak her zaman mümkün. Bir yanda Osmanlı padişahlarını hiç hata yapmamış, günah işlememiş mükemmel liderler olarak görmek isteyenler, diğer tarafta da bütün çarpıklıkları onlara yakıştırarak rahatlayan ve kendi kötü alışkanlıklarına tarihten dayanak bulmaya çalışanlar... Bir taraf, insanların hangi sıfatı ve unvanı taşırlarsa taşısınlar, hata yapabileceklerini, günah işleyebileceklerini, öteki taraf da "sû-i misâl emsâl olmaz" kaidesini unutuyor.
Evet, Yıldırım Bayezid, II. Selim, IV. Murad gibi bazı padişahlar şarap içerlerdi. "Sofu" padişah II. Bayezid'in bile gençliğinde şarap içip afyon çektiği bilinir. Padişahların hiçbiri sütten çıkmış ak kaşık değildi; hepsinin zaafları da vardı, meziyetleri de... Bazıları deha ölçüsünde zeki idi, bazıları deli. Ee, n'olmuş yani? Bu sıradan bilgileri ilk defa söylüyormuş gibi birbiri ardınca sıralayıp muhafazâkarları şapa oturttuğunu zannetmek gülünçtür.
Unutmamak gerekir ki, tarih, bitip tükenmeyecek bir bilgi deposudur; bu depodan istediğiniz görüşü ve iddiayı destekleyecek malzeme bulabilirsiniz. Önemli olan, iyi niyetli ve dürüst olmaktır.
Muhafazakârlarca saygı duyulan herhangi bir şahsın şarap içtiği veya falanca günahı işlediği iddia edilerek varılan tatmin duygusunun mahiyeti doğrusu tahlil edilmeye değer. Bu duygunun arkasında, bu toplumun değerlerine duyulan derin bir öfkenin varlığını hissediyorum.
Cinayet işlemek suçsa, her zaman ve herkes için suçtur. Kendisinden hiç beklemediğiniz, saygı duyduğunuz, hatta karıncayı incitmeyeceğine inandığınız biri bile cinayet işleyebilir ve bu, cinayeti suç olmaktan çıkarmaz. Filanca tarihte filanca şeyhülislâmın şarabı övdüğünü söylemeniz, alkolün haram olduğuna inanan birinin inancını değiştirebilir mi? Söylediğinize büyük ihtimalle inanmayacak, inanırsa üzülecek, eğer hoşgörülü biriyse "Allah taksiratını affetsin!" diyecektir!
Divan şairlerinin 'mey', 'şarap', 'meyhane' gibi kelimeleri genellikle mecazî anlamda kullandıklarını bilmek için çok okumuş olmak gerekmez. Evet, eski şiirde mecazla hakikati birbirinden ayırmak o kadar kolay değil. "Mey" derken hangi şairin aşk'tan, hangisinin gerçek şaraptan söz ettiğini anlamak için şahsiyetlerine, varsa yaşayış tarzlarıyla ilgili somut belgelere bakmak gerekir. Şeyhülislâm Yahya ve Bahâî Efendi'ler, gazellerinde 'mey'den söz ediyorlarsa, "Bir şeyhülislâm şarap içmez, şiirlerindeki mey'den maksat ilâhî aşktır" diyebilirsiniz. Onlar, yaşadıkları çağda bütün şairlerin kullandıkları, hatta kullanmak zorunda oldukları müşterek lügatin ve mecazlar sisteminin içinden konuşuyorlardı, o kadar. Elbette "Sufi mecaz anladı yâre muhabbetim" diye şikâyet eden şairi de anlamak lâzım. Nedim'in "Meyhâne mukassî görünür taşradan ammâ/ Bir başka ferah başka letâfet var içinde" beytindeki meyhaneyi tekke diye yorumlamak doğru değildir.
Söz konusu yazar, hiçbir kaynağa dayanmadan, Mehmed Âkif'in yirmi dört yaşına kadar içki içtiğini de iddia ediyor. Âkif hakkındaki yazılı kaynaklarda böyle bir bilgi yok. Bu konuda ortalıkta şifahî bir rivayet dolaşıyor; fakat bu, büyük ihtimalle İstiklâl Marşı şairinin itibarını sarsmak, onu sevenlerinin gözünde küçük düşürmek için üretilmiş bir yalandır. İddia doğru olsa bile, mademki tevbe etmiş, o halde mesele yok!
Muhafazakârlar, tarihi idealize etmekten vazgeçerlerse böyle salvolardan pek etkilenmeyecek, gülüp geçeceklerdir.
[DERKENAR]
Peki, Fâtih içer miydi?
Fâtih'in Avnî mahlasıyla yazdığı gazellerdeki mey, şarap gibi kelimelerin hakiki mânâlarında kullanıldığı kabul edilirse, sürekli demlendiğine hükmetmek gerekir. Bu hüküm doğru olabilir mi?
Merhum Süheyl Ünver, mutfak defterlerini inceleyerek Fâtih'in mutfağında pişirilen yemeklerin ve hazırlanan içeceklerin listesini tespit etmişti. Bu konuyu ele aldığı Türkiye Gıda Hijyeni Tarihinde Fâtih Devri Yemekleri (1952) adlı kitabında, Fatih'in tercih ettiği pekmez, boza, nardenk, naneli üzüm şerbeti ve ayran gibi içeceklerden söz ederken şöyle diyor:
"Bunların biraz ekşi ve fermante olanları bulunabilirse de mutbak defterlerinde şaraba müteallik bir şey kaydolunmamıştır. Bu gizli olamaz, haftada iki gün fakirlere mutbaktan verilen sadakalar ve hatta yediği leblebi bile kayıtlı olduğu halde bunun kaydolunmaması saraya ve kendi sofrasına sokulmadığının bir delili olarak alınmalıdır."
http://www.zaman.com.tr/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=616300